Şimdi efendim tabii zaman içerisinde insanlar “En beleş yollu Müslüman nasıl olunur?” tarafını seçmeye çalışmışlar. “En iyi Müslüman nasıl olunur?” Bu tarafına hiç kimse gitmemiş.
Nurbaki’yi Takip et
Müslüman için asıl sünnet infaktır!
Şimdi, biliyorsunuz bütün Müslümanların büyük bir tutkusudur, sünnetleri uygulamak. Hanımlar Hz. Ayşe ve Hz. Fatma‘ya kıyasen sünnet uygularlar. Erkekler de Hazreti Peygamber’e kıyasen sünnet uygularlar. Yani onların yaptıklarını yapmak gibi… Mesela; basit bir misal “bir sakal bırakma” sünnettir, “Efendimizin sakalı vardı” diye.
Ama asıl sünnet infaktır, baş sünnet infaktır. Eğer, Efendimize yakın olmak istiyorsa bir mümin, infak edecek. Yani Efendimize benzeme olayı; onun zarifliğine, onun kibarlığına, onun insanlara değer vermesine, şefkat ve merhametine benzemek (şeydir), sünnettir.
“… ayrıca ‘bir kıyafet anarşisi’ değildir.”
Çünkü bu da benim içimde çok büyük hicrandır. Efendimizin nasıl giyindiğini, ki pek çok bütün kıyafetlerinin; ayakkabılarının hatta hediye gelip de (bu) hakikaten giydiği giysilerinin dahi dökümü vardır. Bunların hepsini biliyoruz. Neler giydiğini, ne kadar zarif giydiğini… “Neler giydi diye sorulduğu zaman Efendimiz?” Hz. Ali‘nin güzel bir tanımı vardır.Diyor ki; “O’nu ifade etmek çok güç. Yalnız şu kelimeyle ifade edebilirim. Arabistan’ın en güzel giyinen erkeğiydi.” diyor. Biz burada “en güzel giyinen erkeği” olmanın bir erkek için “sünnet olduğunu” bırakmışız.
Cübbe giysek sünnet olur mu?
“Acaba cübbe giysek sünnet olur mu?” demişiz. Olay o değildir? Olay zarifliktir. Mesela Efendimizin bir gün bir tarafında bir çamur, bir toz bulmak mümkün değildi!
Dişlerini günde en az on defa fırçalardı. Bunları (bütün) itinayla uygulayabilmek sünnettir ve dolayısıyla Efendimize benzerken evvela “Efendimizin kendi kendine en çok sevdiği huyu neydi derseniz?” infakıydı.
Efendimiz sofraya oturduğu zaman bir dost olmadan bir şey yiyemezdi. Yani, iki tane hurma gelse birisini çağırır “Gel beraber yiyelim” derdi. Herhangi bir hediye geldiği zaman, bilhassa Medine’de son çağlarda çevre devletlerden Efendimize çok hediyeler geldi… Hepsini paylaştırır, hepsini paylaşırdı.Bir gün (hatta) bir kürklü ceket geldi. Efendimiz onu birkaç gün giydi tabii. Bizans’tan gelmişti. Ondan sonra Hazreti Cafer’e verdi. Dedi ki “Bunu (dedi) bizim çok sevdiğimiz bir kimseye gönderelim”, dedi. Mesela Necaşi’ye gönderdi, Habeş İmparatorluğu’na.
İnsanı sevmenin asıl motifi
Yani doyamazdı bir şeyi başkasıyla paylaşmaktan. Daha enteresanı, bizzat Kuran’ın ifadesiyle, bizzat Kuran’ın emriyle Efendimiz manevi şeyleri paylaştı müminlerle!
Bir şeyi yani, doğrudan doğruya Allah’ın çok özel olarak ona verdiği çok büyük manevi hikmetleri mutlaka Müslümanlarla paylaşmak isterdi ve dostlarına, eshabına, yakınlarına anlatmaktan büyük zevk duyardı ki; insanı sevmenin asıl motifi budur.Efendimiz’in kendini insanlığa hasreden, insanlık uğrunda 22 sene tahammül edilmez mücadele veren yanı sırf insanlık sevgisine dayanır. Bundan dolayı İslamiyet’in bu zarafetini, bu kibarlığını, bu kavgasızlığını unutup da, asık suratlı insanları, insanlara “güya doğru yol gösteriyoruz” diye eli sopalı mubassır gibi öğretmenleri görünce insan çok üzülüyor.
Çünkü Efendimizin bu zarafeti içerisinde bir huyu vardı. Mesela; Ebu Cehil bile hayret etmiş! “Yahu (demiş) nasıl bir insan bu?” demiş. “Bana (demiş) yüz defa dini tebliğ etti. Her birisini de reddettim, hakaret ettim. Yüz birincide, yüz ikincide sesinin tonu değişmiyor! Tebessümü değişmiyor. Böyle bir şey olamaz!” demiş. Yani onlar bile bile ladestir.
Çünkü karşı cephede mevzi almışlar. Başka yapacakları bir şey yoktur. Yani menfi elektrik kutbunda toplanan iyonların yapacağı bir şey yoktur, onun gibi.
Gönlün elinde olmayan sır
İşte! Bu infak cihetine geldiğimiz zaman, bu gönlün elinde olmayan bir sırrıdır. Bazıları için ağır gelebilir. Yani; ya her şeyimizi paylaşalım biraderim filan gibi…
Evet! bakın oradaki bir manevi infaktır biliyorsunuz! Taiflilerin davet edip de Müslümanları selamete çıkarmak istemesinde ayrı bir incelik var. Çünkü bütün ümit kapıları kapanmış; Hazreti Hatice dünyası değişmiş, Ebu Talip Hazretleri dünyasını değişmiş. Bunlar İslamiyet üzerinde büyük himaye gösteren kimseler. Bir de Hazreti Hatice’nin gösterdiği himaye manevi bir himayeydi çünkü Efendimiz şöyle tanımlıyor: “Sende ne sır var ki Ya Hatice! Akıl almaz eziyetlerle, büyük sıkıntılarla eve döndüğüm zaman bir nazar ediyorsun, gönlümdeki bütün yükler kalkıyor. Sen elemleri emen bir baskı kâğıdı mısın, nesin sen?” derdi. Onun için, onun kalkması İslamiyet’e çok büyük hüzünler getirmiştir.
İşte tam o sırada… Bu moral bozukluğu içerisinde Taif’ten bir davet geliyor. O dağda susuz, aç kalmış “Müslümanlar dahil sizi, biz Taif’de görmek istiyoruz” diyorlar. Şimdi bu o kadar ince ve hassas bir konu ki; yani, Allah’ın lütfu gibi görünüyor pencereden. Her ümit bitmiş, ümitlerin sonunda bir kapı açılmış.
İşte gönül infakı!
Sonra Mekke’nin sıcağı, ondan sonra efendim yeşilliği çok az olması ve oradaki insanların vahşetine karşılık; Taif, bağlık – bahçelik bir yer… Bir tarz mesire yeri gibi. Efendimiz oraya çağrıldığı zaman büyük bir ümit ve sevgiyle gidiyor ve yanına yalnız kölesi Zeydi alıyor.Gittikleri zaman taşlıyorlar. Tabii bu bir tertiptir aslında. İyice yıpratmak için taşlıyorlar.
İşte! Zeyd, Efendimizi (şey etmesin) bir felaketle karşı karşıya kalmayalım, diye cübbesiyle koruyor, filan ediyor… Nihayet yüz küsur yerinden Zeyd yara alıyor. Her taraf kan revan içinde. Efendimiz ayaklarından yaralanıyor. Bir bağın kenarına kadar, zor kaçıp gelebiliyorlar. “O ızdırabın içerisinde bunların yaptığı da olur mu diye”, diye daha Zeyd’in kalbinden bu geçerken, Efendimiz ellerini açıyor; “Ya Rabbi sakın bunlara felaket verme, bunlar cahil, bilmiyorlar.” diyor.
Çare yalnız bunlar değil ki! Sen çarelerin yaratıcısısın, sen çareleri halk edensin. “Bunlar için de… Bunları da bağışla”, diyor.
Bu işte gönül infakı! Bakınız böyle bir Müslümana, böyle bir benzeyişe hasretiz.
Onun için “sünnet yapıyorum” yahut “Ben Müslümanım” diye iddiasına giden insanlar gönüllerinde bu merhameti, şefkati duymadan, bu her şeyini paylaşma zevkini duymadan… Şekliyle hiçbir yere varamaz.
Şimdi! Bakınız, bu Taif olayından sonra çok ince ve hassas bir görüntü olmuştur. Gönül gezintisi olduğu için söylüyoruz. Yoksa bu tarihî olaylar içerisinde görmek zordur bu olayı.
İçerik no: 2346
Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=rPtXFJLb6jk