Efendimizin “Beni seven arkamdan gelsin” emrini bir anlamda şöyle kavramak lazım. Bir ordu kabul edin. Bu ordunun bir kumandanı vardır, o kumandanın namütenahi planları, zekâsı, kabiliyeti, sonsuz cesareti vardır. O ordudaki bir er, bu kumandanın arkasından yaptıklarını yapmak zorundadır ama hiçbir zaman ne kumandanın planlarını anlayabilir ne de kumandanın cesaretine erişebilir.
Nurbaki’yi Takip et
Beni seven arkamdan gelsin
O nedenle Efendimizin arkasında bir nefer olmak gerektiğini bilmek her müminin vazifesidir. Bu vazifeden, Ahlak-ı Muhammedi vazifesinden, Efendimize benzeyebilme çabasından hiç kimse kendini soyutlayamaz.
Buradaki bir incelik tasavvuf edebiyatına geçmiş. Hani karınca bir dağın başında, “Ben hacca gidiyorum” demiş. “Nasıl gideceksin, şu halinle, şu cürmünle, şu süratinle?” dedikleri zaman, “Hiç değilse yolunda ölürüm” demiş.
İşte bizim de hayat gayemiz bu olacak. Ahlâk-ı Muhammedîye erişmek, onu sezmek, ona kavuşmak mümkün değil ama biz, o yolda karıncanın hacca gitmesi kabilinden gayret sarf etmeye mecburuz.
Kaf Dağına gitmek
Yine Feridüddin Attar Hazretleri, Mantıku’t-Tayr’ında, “Bütün kuşlar Kaf Dağına gitmek için yola çıktılar ve kimisi rüzgârdan döküldü, kimisi yorgunluktan, kimisi mecalsizlikten döküldü, ama bu sefere hep beraber çıktılar” diyor. Biz de bu sefere hep beraber çıkacağız.
Kaf Dağı diye temsil ettiği şey ilahi güzelliktir. Ona yaklaşabilmek için. Allah‘ı tanıyabilmek, Allah’ı beraber yaşayabilmek için Ahlâk-ı Muhammedi yoluna çıkmak şarttır.
- Yolun çok zor olduğunu bileceğiz ama imkânsız olmadığını, bu sefere çıkmaya mecbur olduğumuzu idrak edeceğiz.
- Ahlâk-ı Muhammedîye bu pencereden baktıktan sonra, onun uygulamada kolaylaşacağını ve iyi niyetle, ihlâs ile yola çıktığımızda Resulullah’ın (A.S.M.) bize kol kanat gereceğini ve İslam yücelerinin bize sık sık yardımcı olacağını bileceğiz.
Yani biz o yolda düşeceğiz, mecalsiz kalacağız, aç kalacağız, susuz kalacağız, neredeyse ölüyoruz sanacağız… Ama bir de bakacağız ki; bir ashabın, bir veliyullahın sırrı kolumuza girmiş, bizi tekrar yürütmeye devam ettiriyor.
Onun içindir ki; nefsin bütün melanetine, nefisler birliğinin ortak pisliklerine, şeytanın bütün hainliğine rağmen biz ahlâk-ı Muhammedî yolunda yalnız değiliz! Bize sahip çıkan çok yüceler var. Onların sırrı, kainattaki bütün şerlerin çok üstündedir.
Bütün mesele, gönle bu sevgiyi, Muhammed (a.s.m.) zevkini aşılayabilmektir. Eğer biz ona olan “hayranlığımızı, sevdamızı gönlümüze yerleştirirsek”, olmaz denen bu şeyi belli ölçüde, bir biblo taklidi şeklinde dahi olsa kazanabiliriz.
Bir zerre taşımak
İşte bütün müminlerin amacı olan Cennete gitmek, huzur-u İlâhîde mahcup olmamak, ancak ahlâk-ı Muhammedîden bir damga taşımaya bağlıdır. Hiç kimse Cennete Ahlak-ı Muhammedi‘den bir damga taşımadan giremez. Çünkü Allah evrenin güzelliklerini, sevgilisi Fahr-i Kâinat için özellikle yaratmıştır. Cennet, evrenin güzelliklerini temsil eden bir mekândır. Kendi sevgilisi için yarattığı bu mekâna, o sevgilisine zerre kadar dahi olsa benzemeyeni almaz.
Hiç kimse kendisine göre bir Cennet motifi yaparak kendisini oraya koyamaz. Ama bu sonsuz güzellikleri, Sûre-i Fâtır’da da bildirilen “Adn” katlarındaki sonsuzluklar yarışı, manevi yarışı kazanmanın zevki içerisinde Efendimize mümkün olduğu kadar yakın katlara gitmek ayrı bir sırdır.
Cennet, temelde Ahlak-ı Muhammedi’den mutlaka bir zerre taşımakla paraleldir!
Ahlak-ı Muhammediden bir zerre taşımak ise öyle sanıldığı gibi çok cüzi, taklit ibadetler yaparak olmaz. Fahr-i Kâinat Efendimizin özünden bize emrettiği hikmetlerle olur.
İçerik No: 3566
Alıntı: Peygamber Çizgisinde Yaşamak