Nurbaki’yi Takip et


Her şeyden evvel, eski bir doktora ait hatırayı dinleyiniz; ın yaza tesadüf ettiği 1910 yılındaydı. Zeyrekte, cami karşısında merhum ismail arif eczanesine uğradım. Sıcak bir Ramazan gününün öğle vakti… Eczaneden, bir adamın beni beklediğini söylediler. Bekliyen zat, Fatih’te Sarıgüzel mahallesinde bir adamın hasta olduğunu ve muayenesi için beni davete geldiğini haber verdi.

Bir atlı arabaya binerek gittik. Yolda, hastanın, müderris ve vaiz Efendinin zevcesi olduğunu, birdenbire hastalanıp yatağa düştüğünü, çok öksürdüğünü, kırmızı renkte balgam çıkardığını öğrendim. Eve vardık. Tertemiz ve her noktasından tüten bir ev… Merdiven başında, bizi yaşlıca bir zat karşıladı. Bir kat yukarıya çıktık; ve yine tertemiz bir odaya alındık.



Hastanın vaziyeti konuşulurken, birden, beni eczaneden alıp getirmiş olan zat dışarıya çıktı ve biraz sonra elinde bir kahve tepsisiyle içeriye girdi. Kahveyi sundular.

Şu cevabı verdim:

“Aman birader, Ramazanda değil miyiz? Hiç kahve içilir mi?”

Beni dikkatle süzen ev sahibi, çatık kaşlarıyla, atıldı:

“Götürün kahveyi!.. Yanlışlık oldu herhalde!.. Kusura bakmayın!”

Bir kat daha çıkıp hastanın odasına girdik. Yer yatağında, altmışlık bir kadın hasta… Hafifçe doğ­rulmuş, sıkıntılı olduğu sık nefes alışından belli, ıstırapla yüzümüze bakıyor. Bünyesi ve uzvi yapısı, dışarıdan sağlam görünüyor. Başında, yüzüne kadar inmiş bir baş örtüsü; ve her halinde iman ve temizlik ifadesi…

Hasta oruç tutamaz!

Muayene neticesinde, sağ tarafta bir zatürre teşhis ettim.

İcap eden tedbirleri görüşmek üzere, ilk oturduğumuz odaya indik. Vaziyeti haber verdim ve derhal alınması gereken tedbir ve ilâçları bildirdim.

Ev sahibi müderris efendi, şu karşılığı verdi:

“Ramazan olmak münasebetiyle hastamız oruçludur. Bu tavsiyelerinizi iftardan sonra yerine getir tek olmaz mı?”



“Hasta tutamaz” dedim

─ Bu ilâçların hemen yaptırılması ve derhal tatbikına başlanması lâzımdır!

Bir sual karşısında daha kaldım:

“Hasta abdest alıp namaz kılabilir mi?”

─”Oturduğu yerde, teyemmüm ederek abdest alabilir ve yine oturduğu yerde ima yoluyla namazını eda edebilir.”

Ramazan günü neden kahve?

Ve ilâve ettim: “Benim ismim Mehmet Kâmildir. Beni buraya getiren bu ciheti bildiği halde bana niçin Ramazan günü kahve getirdi?”

İşte o zaman hoca elendi gülümsedi ve tane tane anlattı;

“Muayene neticesinde, belki farzlardan bazılarını muvakkat olarak bıraktıran bir vaziyet doğabileceğini ve bunların kazaya terki icap edeceğini düşündük. Bu vaziyet ancak Müslim ve hâzik doktorun emriyle kabul edilebilir. Bu yüzdendir ki, Şeriatin tâyin ettiği doktorun vasıflarından ilkine malik olup – olmadığınızı araştırmamız icap etti.”

Tabibin şeriat emriyle üç vasfı

Ve hoca efendi, meseleyi, biraz daha izahlı olarak şöyle neticelendirdi:

“Bu mevzuda tabibin, Şeriat emriyle üç vasfı bulunmak lâzımdır: Bu üç şarttan biri hazakat, yani meslekte ihtisas; diğerleri de, ikisi tek şartta toplanarak, İslâmiyet ve günahlardan mesturiyettir. Yani Müslim bulunduktan sonra farzları alenen çiğnemeyici ve kabahatini örtücü bir ahlâk ve hicap seciyesi… Hazakatiniz bahsinde hüküm pek basittir: Doktorluğu meslek ittihaz etmeniz ve bu hususta gereken tahsil şartlarına malik bulunmanız, hâzik kabul edilmeniz için kâfidir. Fakat diğer hususa gelince; onun, hele bugünün şartları içinde (Düşünün; 40 sene evvel bile şartlar bozulmuş) yakından müşahedesi lâzımdır. Namaz mevzuunda, bir Müslümana, kılsa da kılmasa da, her ân bir arada bulunmadıkça «Kılmıyor!» hükmü verilemez. Zira bu ibadet şekli, ancak yapıldığı zaman yapıldığı belli olan, yapılmadığı zaman ise yapılmadığı bilinmeyen soydandır. Oruç ise bunun aksinedir; o yapıldığı zaman yapıldığı belli olan de­ğil de, ancak aksi yapılınca yapıl­madığı bilinen nevidendir. Binaen­aleyh, biz sizi, taşıdığınız isme göre Müslüman ve musalli kabul ve böyle zannetmeye mecburuz. Fakat oruca karşı vaziyetinizi, ancak tec­rübeyle anlıyabilirdik. Tecrübe et­tik ve özlediğimiz vasıflarda oldu­ğunuzu gördük. Bundan sonra tav­siye ve emirlerinize göre hareket edebiliriz.

Hasta, kısa bir tedaviden sonra ihtilatsız olarak şifaya kavuştu. Bu hâdise de, dini ve mânevi ölçüler içinde tatbik olunan bir tedavi şek­line güzel bir misal teşkil etti.

Üstadımızın «Tedavi ve tesfiyenin muhtelif usulleri» adiyle eskiden Türk Tıp Mecmuasında neşret­tiği ve mealen naklettiğimiz bu hâ­tırasını, gerçekten hem hasta hem cephesiyle ve ta­babet dâvasının en nefis bir örneği telâkki ediyoruz.



Mümin dok­torla mümin hasta

Tababette umu­mî bir kaide olarak, hastaya itimat aşılamak, hastanın ruhuna yakın­lık telkin etmek keyfiyetini: kosko­ca tababet ilmini de, o kadar methe ve himayesine nail olduğu İslamiyet’e bağlayarak ve bütün ruh fey­zini o kaynaktan alarak misallendirmek ancak bu derecede zengin olabilirdi. Bu misalde, mümin dok­torla mümin hastayı, hem bağlı ol­dukları kök telâkkinin bütün emir­lerini yerine getirmekte, hem de salahiyetini yine dinden alarak il­mî icaplardan hiçbirini feda etme­mekte, en mesut ahenk içinde gö­rüyoruz.

Her sahada ve her mes­lekte muhtaç olduğumuz ahenk de budur!


Kaynak: Dr. Haluk Nurbaki, Büyükdoğu, 09-08-1950, Sayı: 25