Tabii bu çünkü çok önemli bir konu olmasına rağmen maalesef çok az işlenmiş bir konu ve Müslümanlığın infak yanını çok rahat öğrenebilirse Müslümanlar, bence İslam dünyasında hiçbir sorun kalmaz, kavga biter. (Fussilet suresi “düşmanlarınıza gönülden dua edin” diyor. )
Nurbaki’yi Takip et
Gönülden dua
Dikkat ederseniz, gergin insanlar içerisinde siz de gergin olursanız devamlı surette bulutlu havada şimşek çakmasından ibaret kalır. Birinizin sükuneti, birinizin tebessümüyle yaptığı bir infak daha önemlisi gönlünden yaptığı infak… Şimdi bu gönül meselesinde yüce kitabımızın pek çok mesajları var. Mesela: Fussilet suresinde “düşmanlarınıza gönülden dua edin” diyor. Göreceksiniz ki kısa bir süre sonra düşmanlıkları vazgeçer.
Bakınız yüce kitabımızın dolayısıyla İslamiyet’in gönlüne verdiği ehemmiyete dostluklara verdiği ehemmiyete şimdi şu söylediğim ayeti Birleşmiş Milletler’in duvarına yazsanız ve insanlar bunu talim etsene toplantılara lüzum var. Ne silahlara lüzum var. İşte bir tebessümle başlayan gönülden herkes için hoş demek infakını yaparak yola çıkacak. Ve inanınız bir Müslüman gerçek müminse, kalbi diriyse, nüfus kâğıdında yazmak her şeyi söylemek bir mana ifade etmiyor.
Tekzip etmedikçe Müslümandır
Gerçi bu sözlerimize belki şöyle bir düşünce gelebilir: Yüce dinimiz biliyorsunuz kelime-i şehadeti tekrar eden herkesi Müslüman sayar.
Bunu tekzip etmedikçe yani Allah’ın, Allah’tan başka kudret ve ilah olmadığını Yüce Peygamberimiz’in onun peygamberi olduğuna, resulü olduğuna iman ettiğimiz sürece bunu, bu cümleyi tekrar ettiğimiz sürece Müslümanız. Hiç kimse;
- Ne bir mezhep kaygısıyla
- Ne bir ibadetini yapmıyor diye
- Ne yanlış hareket ediyor diye…
Diyelim ki, içki içiyor yahut da kumar oynuyor. Bu, kelime-i şehadeti reddetmedikçe yani Allah’a imanını ve Kuran’ın hak kitabı olduğunu… Çünkü bu “Peygamberimize inanıyor” demektir
Dil ile ikrar; kalp ile tasdik
Kur’an’ın hak kitabı olduğunu inkâr etmedikçe dinden çıkartamayız. Çıkartamayız ama gerçek imanı Efendimiz tarif ederken; “dil ile ikrar” yani ağızla söylemek “kalp ile tasdik”, diyor.
Gönülden tasdik edecek. Ağızdan söylediğimiz bu, tekrar gönlümüze inmedikçe iman hakiki bilançosuna girmeyin. Böyle bir insan ne olabilir? Yani gönlüne imanı indirememiş, lisanında kalmış? Tekzip de etmemiş, Kur’an’ı.
Evet, “Hak kitabına rağmen yapamıyorum kardeşim, emirlerini tutamıyorum” diyen bir insanın akıbeti ne olur? dersek, bunların mutlaka ömür boyu cehennemde kalacakları filan söylenemez! Çünkü bu imanın en küçük bir onayıdır.
Ama ahiret mutluluğu için gönülde tasdik şarttır. Bir çeşit birtakım azaplardan, sıkıntılardan geçmeye ne lüzum vardır? Gönül açıldığı takdirde ebedî hayatla, ebedî mutluluğa erecektir.
İşte! Bu gönlün açılması keyfiyetinde de mutlaka (demin) söylediğim gibi “infak olayı” geliyor ortaya. “Tekrar ettiniz kelimeyi” ama bir türlü gönlünüze inmiyor. “Ya ben namaz kılamıyorum! Ben hâlâ (işte) içkiyi bırakamıyorum. Kumardan vazgeçemedim” gibi rahatsızlıkların ilacını Yüce Peygamberimiz tarif etmiş.
“Şu duayı oku” demiyor!
Bakınız bir örnek anlatmak istiyorum ben: eshaptan birisi yani Efendimizin dostlarından birisi, bir gün geliyor… Yüce Peygamberimiz’e diyor ki:“Ya Resulullah, bende bir aydır acayip bir hadise var. Namaza gelirken zevksiz geliyorum. Ezan okunduğu zaman eskiden sevinir, koşardım. Şimdi huysuzlanıyorum yine mi ezan okundu yine mi namaz? Gibi içimde bir durgunluk var. Senin huzuruna gelmek için eskiden sabahleyin gözümü açar açmaz koşardım. Şimdi ayağım sürüklenerek geliyorum. Ben bunu anladım. Benim kalbimde bir hastalık var. Gönlümde bir hastalık var. Ben dua ediyorum, çözemedim. Lütfen benim yerime dua edin. Bana himmet edin. Beni kurtarın bu hastalıktan.” dediği zaman.
Tabii bunu dinleyen diğer eshap, Efendimizin diğer dostları “bakalım ne çıkacak kalp hastalığının tedavisi nasıl? İlk defa (şeyde) İslam sahnesinde, ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyor.”Efendimiz “Şu duayı oku” demiyor, “Ben senin için dua ederim” demiyor.
Aynen söylediği söz şu, diyor ki: “Sen şimdi kalk git, filan mahallede, filan sokağın başında esmerce bir çocuk oyun oynar. Üstü başı yırtıktır. O çocuk yetimdir. (Sen) giderken ona biraz hediyeler götür. Yalnız alıp da angarya yapar gibi çocuğa verip, dönme. Evvela çocukla otur, oyna, neşelendir. Onunla dost ol belki, güldür. Sonra hediyelerini de ver. O çocuk mutlu olduğunu sezdiğin an çek git evine.” diyor.
Hakikaten adam söylediklerini yapıyor fakat evine çekip gidemiyor. Efendimizin huzuruna geliyor. “Gönlüm açıldı, dirildiğini hissediyorum (diyor). İnsanların duygularını yaşayabiliyorum.”
Burada, o zaman eshap soruyorlar, diyorlar ki “Nedir bunun hükmü?”
“Gönüldeki hastalıkların çaresi infaktır,” diyor. Eğer siz, gönlünüzün kapakları bir türlü düşmüyorsa, nasıl marş motoruna basarsınız? Bir daha bir daha… Mütemadiyen, infak yapın ki, marş motoru çalışsın. Gönlünüz dirilsin. Gönül dirildikten sonra her türlü müşkülü olanlar için söylüyorum… (Gönül dirildikten sonra otomatikman namaza gidecekler.) O zaman “Benim kalbim temiz, ben namaz kılmasam da olur” demeyecektir.
İmanı Şems’le buldum!
Ama diriliğini infakla kazanacaktır. İnfakla kazandığınız zaman, bu konuda (bir) Hz. Mevlana‘nın bir güzel cevabını anlatmak istiyorum. Hz. Şems‘le olan dostlukları o zamanın insanlar tarafından da bir tür anlaşılamamış. Yahu Hz. Mevlana her şeyi biliyor. Bu bizim hadis hocamız. Biz bilmediğimizi ondan öğreniriz. Peki, ne öğrendi ki Şems’ten? Çünkü Hz. Mevlana diyor ki: “Şems olmasa benim ne dinim olurdu ne de gönlüm olurdu” diyor.
Şimdi bunu sıradan bir insan söylese tamam. Ama Hz. Mevlana Şems’ten evvel eski Selçuk Üniversitesi’nin rektörü ve hadis hocasıydı. Kılmadığı namazı yoktu, yapmadığı ibadeti yok, tutmadığı orucu yok, Haccını yapmış. Her şeyi tamam.
Buna rağmen ancak imanı (hakiki imanı kastediyor tabii) Şemsle buldum diyor. Buna kinaye, Hz. Mevlana’ya soruyorlar. Nedir bunun sırrı? Yani, Şems’ten sen ne öğrendin?“Bakın (diyor) ne öğrendiğimi söyleyeyim size. Ben (diyor) Şems’e rastlamadan önce gelirdim soğuktan, sıcak ocağın başında oturunca ısınırdım. Açken gelirdim, karnım doyunca midem doyardı. Peki, Şems’e rastladıktan sonra ne oldu? Şems’in eğitiminden geçtikten sonra da artık en sıcak odada bile ısınamıyorum. Üşüyen insanların üşümesini gönlümde ve sırtımda hissediyorum. Bütün insanlar ısınmadıkça ben artık ısınamam (diyor). Sofraya oturduğum zaman doymam mümkün değil. Çünkü bütün insanlar doymadan ben doyamam”, diyor.
Gönüllere yansıma olayı
Bu tam manasıyla bir gönül tanımıdır. Nitekim Hz. Mevlana başka boyutlara yansırken ne diyor? Beni hiçbir yerde aramayın. Benimle konuşmak istiyorsanız ne kitabımı oku ne şiirimi ezberleyin… değil! Gönüllere gidin.
“Çünkü gönüllere yansıma” olayı budur işte. Eğer bir sevgi olarak yansıyabiliyorsanız, imanın her şeyi olur. Şimdi her zaman bütün Müslümanların iştiyakla, hasretle arzu ettikleri Efendimiz’e karşı yakınlık ancak gönül penceresinden mümkündür. Gönül penceresi açılmadan Efendimiz’e yakınlık duymak mümkün değildir.
Çünkü Efendimiz bütün gönül meziyetlerinin merkezidir.
Şimdi tabii insanlar bugünkü tablo içerisinde biraz tarihi hikâye gibi okuyorlar, İslam tarihini. Efendimiz peygamberliği ilana başladığı zamanki maddi serveti (ben o günkü rayiçleri alarak, o günkü ticari kaideleri alarak hesap ettim) yüz yirmi milyardır. “Yüz yirmi milyar lirası” vardır. (Şeye başladığı zaman) İslamiyet’in yayılmasına başladığı zaman, bugünkü para birimiyle yüz yirmi milyar lira.
Hz. Ebubekir‘in seksen milyar lirası vardır. Her ikisi de başka boyutlara yansırken, sıfırla yansıdılar. Ve bunu insanlara…Bunlar “savaş masrafı” yahut da bir siyasi parti gibi “propaganda masrafı” değil.
Aç insanlara dağıttılar. İslamiyet’in ilk on iki yılında Mekke’deki Müslümanlar yüzelli kadar Müslüman çok sıkıntı çekti. Bunlar ve bu paralarla karaborsa su alındı. Bugünün rayiciyleyıyla yine hesap ettim, Yirmi bin liraya “bir testi su” alındı, bunlara su verebilmek için. Altmış bin liraya “ekmek” alındı.
İçerik no: 2336
Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=naXapHJoHOA