Şimdi, Efendim hatıra gelir ki milyonlarca ışık yılı dediğimiz zaman “Tasavvuru dahi imkânsız uzaklıklar” demektir. Bu kadar ötelerdeki mekânların, varlıkların dünyayla ilgisi ne? Dünya, güneş sistemi içerisinde, daha çok güneşten etkilenen hatta diğer gezegenlerden bile etkilenmeyen… İşte, kısmen Ay’dan etkilenen bir mekânda. Ne var ki, insanoğlunun bütün varlıklara nazaran en değişik yanı etrafını merak etmek.
Nurbaki’yi Takip et
Özellikle evreni merak etmek, yaratılışı merak etmek, nasıl yaratıldığını merak etmek ve evrende, bu sonsuz mekânda kendinin yerini düşünmek insanın vazgeçilmez bir tutkusu. Bu tutku, (tabii şimdi yine kendi sözümüzü belki tekzip eder gibi konuşacağız) bu kadar uzak mesafelerdeki bilmediğiniz bu dünyalarda varlıklar var mıdır yok mudur? Bir ön yargıyla söyleyebiliriz ki insana has bir tutku.
İnsanoğlunun evreni merakı
Yani insanın yapısında bir evren tutkusu var. Bu çevre tutkusunun çok ötesinde.
Eğer çevre tutkusu olsaydı, eski çağların bilimleri tetkik edildiği zaman bakıyoruz ki biyoloji bilmiyorlar, fizik bilmiyorlar ama gökyüzüyle ilgili haritalar yapmışlar. Yanlış, doğru… Birtakım hesaplar yapmışlar. Demek ki insanların bayağı tutkusu var, bu evren konusunda.
Ben bu evrenle ilgili programlarımızda iki farklı bilgi özeti sunmak istiyorum, seyircilerimize.
- Bunlardan bir tanesi bilimsel birtakım gerçekler.
- Bir kısmı da kısmen insan hayaline hitap eden bulgular.
Bunlar bilhassa son yıllarda (seksenden bu yana)… O kadar çok eksantrik şeyler bulundu ki, insanın hayali bayağı hoşlanıyor bunlardan. Yani bunların bilimsel yanından ziyade, dünyaya etkisinden ziyade insanın iç dünyasında birtakım yaklaşımlar yaratan, bazen huzur veren bazen ürpertti veren yanları var. Onları da ayrı bir tarzda, bir nevi fantezi olarak sunmak istiyorum.
Ama biz kurgu bilim olarak değil de değişik bir şeyin mümkün olduğu kadar, böyle gönülleri hoşlandıran… İlla bir sistematik astronomi dersi anlatacak değiliz tabii, burada.
Evrenler nerede?
Şimdi ben, bu evrenler konusuna başlamadan evvel çok önemli bir noktaya dikkatini çekmek istiyorum seyircilerimizin.
Biz evrenleri genelde hep uzayda gökyüzünde aradığımız için evren deyince sonsuz mesafeleri kastettiğimiz için bilimsel bir yanılgıya düşebiliriz.
Şimdi, bilimde evren kavramı aslında iki farklı mekânın, iki farklı dünyaların sırrını taşımaktadır:
- Bunlardan bir tanesi herkesin bildiği dış evrenlerdeki yıldızlar galaksiler… Buraya makro kozmos yani “dev evren” diyoruz.
- Bir de “mikro kozmos” var. Bu da atomların hayatı moleküllerin hayatı. Onların içindeki; kuantların, kuarkların, nötronların, nötrinoların hayatı.
Şimdi o kadar ilginç bir yaklaşım var ki; bu dev evrenle bu miniğin miniği evren arasında büyük benzerlikler var. Binaenaleyh, biz evrenlere ait olan merakımızı bir yandan yine dile getirelim ama mikro kozmos onlardan daha az (!) bilimsel harikaların cümbüşünü göstermiyor…
Mikro kozmos çok daha ilginç
Şimdi bakınız bir insan düşününüz ki, bu insanın vücudundaki elektron sayısı, çekirdek sayısı trilyonlarla ifade ediliyor. Yani bu, aklın alacağı bir şey değil! Sonra bu trilyonlarla ifade edilen varlıklar “bir toplu iğne başı değil!” Bir kozmos. Yani bir minik evren. Işıkları var, sesleri var… Dönmeleri, hareket hâlinde olmaları Asıl büyük benzerliklerden bir tanesi de nizam.
Yani oradaki birtakım uyumlar, ahenkler. Bu fevkalade önemli bir şey. Hatta hatta mikro kozmosun, yani bu minikler âleminin nizamı makro kozmostan çok daha ilginç.
Mesela diyelim ki makro kozmosta güneş kendi bulunduğu galaksinin içerisinde bir turunu eksenine göre iki yüz elli milyon senede atıyor. Çok yavaş bir olay, bu ahenkleşebilir; pozisyonunu ayarlar, açılarını ayarlar filan. Ama düşününüz ki bir atomun üzerinde bir ila doksan tane olan elektron maddesine göre saniyede yüz bin defa tur atıyor.
Ve bu attığı turlar o kadar tehlikeli turlar ki… Bir tanesinde en ufak falso yapsa, ya evrenin sonsuzluğuna fırlar ya atomun çekirdeğine düşerek yok olur.
Yani mikro kozmostaki ahenk daha bir ilginç ahenk.
Nitekim hiçbir zaman kendi kendine bozulmayan o ahengi biz suni radyoaktif metotlarla bozduğumuz zaman, bir tek atom çekirdeğinin neler yaptığını görüyoruz. Bir gemiyi havaya uçuruyor icabında.
Demek ki mikro kozmostaki ahenkler, güzellikler hatta bilimler, makro kozmostan daha az seviyede değil.
Ama mikro kozmosu tetkik aslında makro kozmosu tetkikten daha zordur. Gerçi bugün, bilim belli bir seviyeye geldi, atomu çok iyi tanıyoruz. Birtakım atomların yapılarını değiştirerek (eskilerin hayali olan) cıvadan altın yapıyoruz. Ama bütün bunlar bitmiyor çünkü her yıl yeni mikro çıkıyor.
Mesela bir zaman mikro kozmosun en küçük parçaları nötronlar protonlar diyebilirken, kuarklar çıkıyor. Arkasından kuarkların envaiçeşit raksları nötronlar çıkıyor. Yani mikro kozmos bitmiyor. Ne kadar yaklaşırsanız o kadar yeni bir ahengi, yeni bir bilimi, yeni bir fiziği getiriyor.
Kozmos basit bir iş değil!
Aslında insanoğlu bilhassa 19. Asırda, Paris’te yahut Londra’da gök dürbünlerinin, teleskopların başında oturmuş kendi kafasındaki öyküyü yazmıştır bir yerde. Yani hariçten gazel okumuştur açıkçası. Bu kadar kolay, basit bir iş değil, büyük dev kozmos.
Gerek “Uzayın derinlikleri ve evrenler” diyebileceğimiz sistemi gerek “mikro kozmosu” iyi anlatabilmek için kıymetli seyircilerime bir iki tanımı ve kavramı ortaya koymak istiyorum.
Bunlardan bir tanesi mesafedir.
Şimdi bizim tanımlamalarımız genellikle mesafelere göredir. Uzaklık, yakınlık, büyüklük, küçüklük. Bunların hepsi mesafelerle ilgili bir hadisedir. Herhangi bir cisim şu kadar uzakta, şu yıldız bu kadar uzakta derken bu bir mesafe olayıdır.
“Ne demek istiyoruz?” bunu anlamak lazım. Bir de zaman olayı… Eğer biz zaman ve mesafede zihinlerde bir yaklaşım ve bir kavram birliği sağlayabilirsek o zaman hem mikro kozmosu hem makro kozmosu daha rahat anlamaya çalışırız.
Hiç değilse anlamadığınız yerleri anlarız.
Evrendeki yeri mi? Arzdaki yeri mi?
Şimdi mesafeleri daha önceleri insanlar kabaca uzaklık olarak kabul etmişlerdir. İki şehrin arasında, işte insan yürüyüşü beş kilometredir. Beş kilometre hesabıyla “Yirmi saat mesafe var” dedikleri zaman, bu aşağı yukarı seksen – yüz kilometreye tekabül etmiş.
İnsanlar, yavaş yavaş yaklaşa yaklaşa ardından demişler ki “İyi ama bunun derinliği var, eni var, boyu var, yüksekliği” var. Derken boyutlar kavramı çıkmış ortaya.
Bugün evrendeki herhangi bir varlığı tarif edebilmeniz için bir galaksiyi veyahut semadaki küçücük bir Ay’ı tarif edebilmeniz için boyutlarını bilmeniz lazım gelir. “Bulunduğunuz yere uzaklığı ne kadar, derinlik açısından ne kadar, kaç derece açıyla duruyor?” gibi 3 boyut sistemi içerisinde yerini tespit etmeniz lazım.
Bilim bununla da uzun müddet uğraştıktan sonra bir şeyin farkına vardı ki herhangi bir cismin tarifi için yalnız boyutlarını anlatmak yetmiyor. Çünkü boyutlarını anlattığınız o cisim, diyelim ki “stüdyoda bulunan bir mikrofon; stüdyonun tavanına, tabanına boy en derinlik bakımından üç metre, beş metre, sekiz metreydi.” Binaenaleyh bunun “yerini, mekânını tayin ettik” diyoruz. Ama hemen arkasından bir soru aklımıza geliyor:
Bu evrendeki yeri mi? Arzdaki yeri mi?
Çünkü evrendeki yeriyse, Dünya hareket hâlinde olduğuna göre evrendeki yerini sabit olarak bildiremeyiz. Evrendeki yerini sabit olarak bildirebilmemiz için “hangi saniyede, hangi salisede olduğunu da söylememiz” lazım gelir ki arzın üzerindeki bir cisim, stüdyodaki o mikrofon şu kadar metre mesafelerde ve şu anda dediğimiz zaman ancak evrendeki yerini tayin etmiş oluruz.
Zaman da bir koordinat!
İşte! Bu söylediklerimden dolayı dünya mekânına içinde bulunduğunuz henüz daha ileride konuşacağımız, evrenin uzaklarına gitmeden dünya mekânına ait dört esaslı unsur buluyoruz: Boy, derinlik en ve zaman. Bunların hepsi birden boyuttur.
Gerek Einstein’ın fiziksel olarak ispat ettiği gibi gerekse zihinlerde güzelce oturduğu gibi bunların hepsi boyuttur. Yani bir varlığın evrendeki duruşunu, durumunu, konumunu anlatır.
Hâlbuki eskiden zaman bir saat bir takvim meselesiydi.
Hiç öyle değil!
Şimdi bakınız [zaman] boyut olarak kabul edilmiyordu. Neden bu işleri konuşurken illa zaman diyoruz? Bakıyorsunuz evrene ait bir hadiseden bahsediliyor; deniyor ki 3,5 milyar sene evvel olmuş bir olay! Bunu saat tutarak saymak yahut bekleyip görmek… Ömrü buna göre değerlendirmek mümkün değil! Dev bir boyut.
Atom çekirdeğine en yavaş olay 1-10 saniyede oluyor. Yani “saniyenin on milyarda birinde!”
Bakınız zaman oraya girdiğinde ne kadar minikleşiyor, cüceleşiyor. Mikro kozmosun boyutları küçük çünkü zaman da bir boyut olduğu için o kozmosa girdiğinde o da küçülüyor.
Bu bakımdan gerek mikro kozmos dediğimiz içimizde, dışımızda, etrafımızdaki evrenler gerekse çevrenizdeki (dev) makro kozmos evrende zaman çok önemli bir faktör. Ama diğer boyutlara tabii. Yani bir saat bir takvim değil! Diğer boyutlara tabii bir fizik değer…
Hatta bunun daha bilimsel ismi bir koordinat.
Galaksiler: Büyük yıldızlar ailesi sistemi
Şimdi bu açıdan baktığımız zaman evrene daha kolay yaklaşacağız. Kabaca bir tanım yapmak istiyorum evren için:
Şimdi birtakım güneş sistemleri var; etrafında gezegenleri olan, o gezegenlerin her birisinin uydusu olan birtakım sistemler var. Bu birçok sistemler galaksi dediğimiz büyük bir yıldızlar ailesi sistemi içerisinde. Bu galaksiler tamamen müstakil manyetik kudretleri ve konumu tamamen farklı olan bir büyük sistem meydana getiriyor. Ki biz gözümüzle baktığımız zaman, Samanyolu olarak seyrettiğimiz galaksimizin bir bölümüdür.
Şu hâlde birtakım gezegenler, güneşler şu anda iyice bilemediğimiz birtakım dengelerle bir araya gelmişler. Bir büyük manyetik alan içerisinde yüzüyorlar. Buna galaksi diyoruz.
[Bir galakside] ortalama bir milyar civarında yıldız var. Bunların bir kısmı güneş, bir kısmı gezegen. Ayrı hızları var, dönüşleri ayrı. Kendi etrafında ona tabi olan sistemler ayrı… Ve bütün bu sistemlerin içerisinde bir özellik var. Bir tek galaksideki yıldızlar, gezegenler ve dünyalar bir başka galaksinin dünyaları, sistemleri ve gezegenleriyle oldukça farklı. Ayrı manyetik alan içindeler.
Galaksiyi terk edeceksen yüz bin misli enerji…
Mesela bakınız, arzı terk etmek istesek… Ne yapıyoruz (ki bugün terk ediyoruz arzı biliyorsunuz), arzın cazibesinden kurtulmak yeterli oluyor. Ondan sonra işte arzın etrafında eğer tekrar dolaşmak istiyorsak, belli bir mesafede durup bir jiroskopik hareket yaparak, bir dönme hareketi yaparak yörüngede devam ediyor. İşte peykler, uydular bunlar.
Şimdi “daha fazla” terk etmek istesek? Mesela güneş sistemini terk etmek istesek… Yeni bir zorlamayla karşı karşıya kalacağız. Çünkü güneş sistemi kendi gezegenleriyle birlikte ayrı bir manyetik sisteme tabi. Yani kendisinin gezegenlerinden ve kendinden gelen bir manyetik zırhı var. Orayı da geçmeniz lazım.
Orayı geçtiğinizi kabul edin. Galaksinin içerisinde başı buyruk geziyorsunuz. “Bir başka sisteme” girmek için evvela o sistemin topluca bir başka güneş sistemiyse evvela onun barajını geçmeniz lazım. Sonra da gideceğiniz gezegenin cazibesine göre ayarlamanız lazım, bütün enerji sisteminizi.
Bütün bunlara rağmen bu galaksinin içinden çıkıp “Başka bir galaksiye gideyim” dediğiniz zaman, büsbütün müşkülle karşı karşıyasınız. Böyle bir enerjiyi (yani bugünkü görüş tabii. Yarın başka bir sistem olur)… Bir enerji sistemiyle falan sağlamak mümkün değil!
Sadece arzdan çıkabilmek için ne kadar yakıt yakılıyor? Kolayca çıkılmıyor. Dünyanın masrafıyla çıkılıyor. Sıvı birtakım yakıtlar, sıvı oksijenler, sıvı hidrojenler… Ama bu, sadece arzdan çıkmak için kullanılan enerji. Eğer bir başka galaksiye gitmek isterseniz bu enerjinin yüz bin mislini yakacaksınız ki, bir galaksiden çıkıp başka bir galaksiye intikal edebilirsiniz. Bunun manyetik zırhlarını, manyetik bütünlüğünü aşabilesiniz.
Şimdi şu hâlde, eskiden evrende (aşağı yukarı seksen sene evvel yazılmış kitaplarda) iki milyon yıldız biliniyordu. İşte birkaç tane de galaksi biliniyordu.
Şimdi her bir galaksi içinde bir ila iki milyar yıldız veya güneş veya gezegen ve evrende de bir milyar galaksi tasavvuf ediliyor ki “yani milyar kere milyar yıldız veya gezegen” olmuş oluyor.
Kader falcılığı yapmak gülünç oluyor!
Bu kadar zengin bir repertuvara baktığınız zaman, artık 19. Asrın insanı gibi iki milyon yıldızı yahut da ondan evvelki insanlar gibi birtakım sistemleri ele alarak, bu sistemlere bağlı kader falcılığı yapmak çok gülünç kalıyor tabii.
Dikkat ederseniz insanlar evvela gözüyle görebildiği kadar çok yıldızın varlığına göre bir ilgi kurmuşlar. Sonra 19. Asırda, gök dürbünleriyle yahut işte teleskoplarla bir ilgi kurmuşlar.
Şimdi radyo teleskop dediğimiz, görülmediği hâlde ışınlarını ve radyasyonunu veyahut dalgalarını alıp görüntü hâline çeviren teleskoplarla çalıştığımız için bu milyar kere milyar yıldız sistemine bir tarz irtibat kurabildik. [Yeni aletlerle] kim bilir ne olacak?
Böyle yer her zaman bulunmaz
Bütün bu sistemler içerisinde (tabii gerek bilimsel olarak gerekse merak konusu olarak) bazı rakamları bilmek hoşuna gider seyircilerimizin.
Mesela bulunduğumuz galaksinin yarıçapı ne acaba? Çünkü bir elips şeklindedir bizim galaksimiz. Bu [samanyolu galaksisi] bir elips şeklindedir. Yani söbü [uzun] bir yumurta gibidir. Ve biz bunun çok mûtenâ [özen gösterilmiş] bir yerindeyiz.
Ortaya yakın olmayan, çok da uçta olmayan… Yani bir yumurtanın aşağı yukarı orta hattıyla baş hattının arasına yakına bir yerdeyiz. Ve arzın bulunduğu yer güneş sisteminde astrofizik açıdan çok mükemmel bir yerdir. Çok özel bir yer. Yani böyle bir beleş yer her zaman bulunmaz!
Saniyede 300 Bin kilometre!
Bir an için bulunduğumuz yerin dışından baktığımız zaman bizim galaksimizin yarıçapı otuz bin ışık yılı diye kabul ediliyor. Otuz bin ışık yılı demek (Tabii ki eğer bunu kilometreye çevirirseniz, trilyon kere, trilyon kere, trilyon kere milyar kilometre)… Sayfalara sığmadığı için ışık yılı sözlerinin meydana gelmesinin sebebi.
Şimdi ışık yılından kastımız, bildiğiniz gibi ışık bir saniyede 300 bin kilometre gidiyor. Çarpı dakika altmış, çarpı saat altmış… Çarpı gün 360 bir sene olacak, bir de 30 binle çarpacaksınız. Ve böylece [neredeyse] mümkün olmayan bir mesafe…
Ama bütün bunlara rağmen evrenin çok uzak bir noktasından baksanız sizin bu otuz bin ışık yılı mesafeli galaksiniz bir yumurta kadar görünecektir. Çünkü başka türlü tasavvur edemezsiniz. Sizin galaksinizde bir milyar [yıldız] var. Nereye sığacak bunlar yani? Bunları hesap ettiğiniz zaman… Çünkü biz çok uzak galaksilerle aramızdaki mesafeleri eskiden evrenin yarıçapına yüz bin ışık yılı mesafe biçen, astronomi alimleri geldi. [Şimdi] milyar ışık yılı. Uzak bir mesafeye artık milyar ışık demeye başladık. Evvela “milyon ışık” dedik. Şimdi “milyar ışık yılı” diyoruz.
Demek ki evrenin mesafe açısından tasavvuru gerçekten olası değil. Şimdi buraya bir nokta koyalım…
Semih Sergen: Bundan sonrasını yeni sohbetimizde anlatalım Sayın Nurbaki.
Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=E8jnhRrL_EY