“İta” efendim “vermek”… “Kendisinden bir şeyler vermek” demek. Şimdi, Cenabıhakk’ın yüce kitabında infaktan sonra itayı zikretmesi ayrı bir özellik taşıyor. Bu şu demektir: mesela siz zekâtınızı verdiniz. İnfak faslında sadaka tarzında (tabii bu sadakanın da çok haysiyetli olması lazım) yardımlarınızı da yaptınız. “Benim işim bitti”…


Nurbaki’yi Takip et


Diyelim ki, Ramazan yirmisinde bu işlerinizi yaptınız. Size bayramın beşinci günü dediler ki “Şuraya bir odun alacağız. Yahut bir hayır müessesesi” yapılacak. “Ben vazifemi yaptım” dedirtmiyor, ayet-i kelime! “İta yapınız.”



Vakıfların kuruluş esası ita

Yani normal infakı yapmanıza rağmen, bir zaruret hâlinde mutlaka ve mutlaka yeni bir yardım yapmakla mükellefsiniz ve vakıflar sırf bu ita (ayeti kelimede geçen ita) esasından kurulmuştur.

Yani “devam eden” bir yardımın sağlanması. Çünkü insanların öldükten sonra her türlü hesaplarının kapanacakları ancak yardımları devam ediyorsa, bir de ilimleri aktarılarak başka insanları aydınlatıyorsa sevaplarının yaşayacağı bildirilmiş, Peygamberimiz tarafından. Bunun için bu ita müjdesini yakalamak için vakıf müessesi gelişiyor.

Şimdi ita’nın tabii mutlaka bir vakıf şeklinde de olması gerekmez. Bir zenginin mahallesinde bir evlenen varsa “ben zekâtımı verdim” diye sırtüstü yatması mümkün değildir. Gidip ona ne lazımsa yapacak.

Yani böyle olmadıkça İslamiyet‘in arzu ettiği insan olmak imkânsızdır. Bu ita konusunda bir tanımı Efendimiz, bizzat Ebubekir Hazretlerini misal göstererek söylemiş;

Bir gün ‘in bütün malı serveti bittiği zaman birkaç gün yemek de yiyememişler. Kızı Esma’yla otururken demiş ki kızına; “ne zor değil mi demiş, insanın zengin tanınması. Hiç kimseden bir şey isteyemeyiz. Bir dostumuz da yemeğe çağıramaz bizi. Hiç değilse, arkadaşlık adına bir yemek rast gelse de şu açlığımız biraz gitse” demiş. Gelmemiş yine kimse rastlamamış… Ama o sırada bir fakir gelmiş, Hazreti Ebubekir’den bugünün rayiciyle 3 – 3,5 milyon lira civarında bir para istemiş. Hz. Ebubekir demiş ki “Yanımda yok. Gideyim, dükkândan getireyim!” demiş. Gitmiş, daha evvel ticaret yaptığı bir Yahudi’den borç alarak, parayı getirmiş ve adama vermiş. Adam gittikten sonra kızı demiş ki “Baba, artık tükendiğimizi söyleseydin!” “Söyleyemem! (demiş) Zaruret hâlinde olan bir insanın ümidi önünde her şeyini yitirmeye, borçlanmaya hatta hayatımı vermeye hazırım” demiş.

Namaz kadar önemli olan ibadet: infaktır

Ki, ita dediğimiz hadise budur. Hiçbir şey düşünmeden bir insana bir şeyler verebilmek. İta’nın sınırı yok. Bu bakımdan yani mutlaka çok iyi bilmek lazım. Ben bu konuda çok emek sarf ettim. Kitaplarımda da çok üzerinde şiddetle durdum. Namaz kadar önemli olan ibadet infaktır. Yani, mutlaka Allah’ın verdiği nimetleri başkalarıyla paylaşmaktır.

Bir yanlış kavram gelmiş! Bir defa daha değinmiştim, yine değineceğim. konusunda, ita konusunda israf olmaz!

Yani “Efendim, ben işte yardım edecektim ama kendimi de düşünmek zorundayım. İsraf da yasak edilmiş. Binaenaleyh, ikisinin arasında mutedil bir yol bulayım” hayır! İnsanların kendisini kandırması.


İsraf: kişisel hayatınız için harcadığınız paraya konmuş bir ambargodur. Başkalarına yardım konusunda ambargo yoktur. Eğer, böyle bir ambargo olsaydı herhâlde Hazreti Ebubekir milyarlık servetini harcayıp, üstüne borçlanmazdı. Böyle bir ambargo yoktur!


Semih Sergen: Efendim, infakın Allah'ın vermiş olduğu her türlü nimetten yapılacağını söylediniz. Sağlık ve güzelliği de buna dahil ettiniz, tebessüme kadar geldiniz. Peki, bunların başında elbette en önemlisi de asrımızda tabii daha da büyük bir önem kazanan ilim meselesi var. Bu ilimden infak meselesini lütfeder misiniz efendim?

Allah’a hamdetmenin yolu ilimdir!

Bakınız ilimden infak o kadar ilginç bir hadise meydana getirmiştir ki, bugünkü ilmin bu hâle gelmesinin sebebi biliyorsunuz yayımlanması ve kamuya mal olmasıdır. Yüce Peygamberimiz gelene kadar, çeşitli kavimlerde hatta eski çağlarda; Hz. Süleyman zamanında, Hz. Musa zamanında hatta Kleopatra zamanında mesela suda patlayan bombalar vardı, potasyumlu bombalar. Bayağı, bunlar ciddi ilim isteyen şeyler. Sonra Ehramları [piramitler] biliyorsunuz… paratonerler var.

Bunların hesapları ilim isteyen şeylerdir. Niçin bunlar 3.000 – 4.000 sene bu bilgiler gelişmemiş de… Yazılmadı ve sır diye saklandı. Sır diye saklandığı için ilim, bir âlim ölünce o batmış. 2.000 sene sonra başka birisi tesadüfen bulduktan sonra yeniden biraz kullanılmış.

İlimden infak edeceksiniz

Şimdi Efendimiz ‘in “ilimden infak” edeceksiniz, “Bildiğiniz her şeyi başkasına öğreteceksiniz” emri gelince ilim yaygınlaşmış ve ilimdeki ambargo kalkmış. Sonra bu ilimdeki bu ambargonun kalkması, ilimin bir kartopu gibi katlanmasına ve herkesin öğrenmesine sebep olmuş. Ve ancak bu sayede bugünkü ilim doğmuş.



Eğer ilme infakı getirmemiş olsaydı Efendimiz, ilmi öğretmenin en büyük ibadetlerden birisi olduğunu öğretmeseydi efendimiz. Ancak Çin şeyleri gibi ustaları gibi birkaç kavmin içerisinde gizli bir sır gibi kalacaktı.

Bunun böyle kalmasının sebebi de tabii zamanın siyasi otoriteleri. Zamanın siyasi otoritelerinin zulmü o insanların saraya girdiği zaman ancak kimsenin bilmediği bir şeyi bilerek ayakta kalmaları, hayatlarını devam ettirmeleri için bir sermaye olmuş. Onun için adam kimseye söyleyememiş. Yani bunu söylerse… Herkes bilirse kendisinin değeri azalır hükmü gelmiş.

‘te ilmin gizlenmemesi o kadar şiddetle emredilmiş ki; bir defa ilmin herkese öğretilmesi emredilmiş. Mümin – kafir ayırdı mı? Yapmadı. Okumanın, yazmanın; kadın, erkek tefrik edilmeden herkes tarafından… Gelin, görün ki yeryüzünde bugün ne hâle gelmişiz? Okuryazar oranı en az ülkeler maalesef İslam ülkeleri, hâlbuki dini emretmiş.

Okuma yazma da farz, neden terk ediyorsun?

Başka dinler dünya meselesi diye okumanın – yazmanın üzerinde durmamışlar. İslamiyet emretmiş hem kadına hem erkeğe. Biz hâlâ kız çocuklarımızı okutmakta tereddütler duyuyoruz. Bir kere okuma yazma zorunlu İslamiyet’te. Bir kimse okuma – yazma bilmeden İslam’ın farzlarından birini terk etmiş olur. Kim okuryazar değilse bir farzı terk etmiş olur.

Bazen “Bir farzı terk ettin” diye kıyametler kopuyor! İşte okuma yazma da farz, niçin terk ediyorsun?

Şimdi bu ilimde okuryazarlığın emredilmesi, ilmin herkese öğretilmesinin zorunlu kılınması, öyle bir ilim yaygınlığı, ilim coşkunluğu meydana getirmiş ki; Moğol Ordularının Bağdat Kütüphanesi’ni yakarak, bütün İslam eserlerini imha etmelerine rağmen kenarda kalanlar taşmışlar… Dahi yetmiş de artmış bile.

Fatih‘in kurduğu Tıp Fakültesi, Gevheri Nesibe‘nin kurduğu şifahane ki; o da ilk tıp fakültesi sayılıyor… Selçuk Tıp Fakülteleri. Bütün bunlar İslamiyet’in ilmi emreden ve bunu fiilen herkese öğretilmesi lazım gelen ilkesinden hareket ederek meydana gelmiş.

Çünkü Efendimiz “Allah’ı tanımanın, Allah’a hamdetmenin en önemli yolu ilimdir” demiştir.

Yani Allah’a hamdedeceksiniz. Nasıl hamdedeceksiniz? Allah’ı bilmeden yani Allah elbette tamıyla bilinmez, elbette görülmez. Ama Allah’ın ilmini bildikçe, Allah’a hayranlığınız, Allah’a karşı sevginiz ve hamdınız bambaşka artar. Yani bir yaprağın size nasıl oksijen verdiği, ozonun sizi nasıl koruduğunu bilirseniz, Allah’a hamdetmeniz çok değişir.

İçerik no: 2509


Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=YPH3hJDYKnE

Bu sayfanın kısa adresi: https://nurbaki.org/2509