Şimdi efendim, İslam tarihine baktığımız zaman aslında bu uygulamaların belli zaman dilimleri içerisinde parça parça fakat çok net olarak görüyoruz. (İnsanlık sevgisi)


Nurbaki’yi Takip et


Bilhassa, belki de bugünkü kuşakların bir kısmında belli yanlışların üzerine monte edilmiş şöyle bir kanı vardır: Büyük İslam düşünürleri; Mevlana gibi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi Yunus gibi zatların görüşleri (İslamiyet’i yorumları) sanki İslamiyet’in aslında yokmuş da bunlar kendi yorumlarıymış gibi, yani bu zatlar gelerek İslam’ı zenginleştirmiş gibi… Böyle bir kanaat vardır.



İşte, bu şimdiye kadar anlattığımız İslam gerçeğinin iyi tanınmamasından doğmaktadır. Yani, bizzat Hazreti Peygamber’in uygulamasını gördükten sonra, Hazreti Peygamber’in insanlara davrandığını gördükten sonra velilerin insanlık sevgisini, insanları birbirine yaklaştırmayı, toleransları, insanın özgürlüğüne gösterdikleri saygıyı bizzat aldıkları aşikârdır.

İslam velileri filozof değildir!

Şimdi, tabii burada bizim üzerinde çok hassasiyetle duracağımız konulardan bir tanesi, bu büyük İslam velilerinin herhangi bir filozof olmadıklarıdır. Bunlar… Çoğu hadis hocası, tefsir hocası. Yani Kur’an ve Hazreti Peygamber’in hayatı konusunda en derin bilgilere sahip olan kimseler.

Şimdi, bunları göz önüne alsak, mesela;

Hakiki Türk kavminden gelen Abdülkadir Geylani Hazretleri, hakiki bir tefsir hocasıdır. Yani Kur’an ayetlerini yorumlayan bir büyük âlimdir.

Hazreti Mevlana hakiki bir hadis hocasıdır, hadisleri en iyi bilendir, İslam tarihinde.

İnsanlık sevgisi dediğimiz şey…

Şimdi, bunların İslamiyet’e bakış açılarında kalıplaşmış (birtakım İslam âlimlerine nazaran) bir farklılık vardır. Sıradan bir müfessir, bir “ilmi kelam” âlimi gördüğünüz zaman bunların kitaplarını okuyorsunuz… Hiçbir zaman ne Hazreti Abdulkadir Geylani’nin ne de Hazreti Mevlânâ’nın yorumlarına paralel düşüremiyorsunuz. Bunlar vakaları nakillerden, nakletmişler.

Şimdi, tabii “insanlık sevgisi” dediğimiz şey “tam bir gönül meselesi” olduğu için bunu ancak hadislerin hangisinin özünde bulacaktır?

Bunu arayıp, bunu bulan bir olmuştur. Hangi ayette insanlara karşı yaklaşımı, sevgiyi, insanlara karşı, onların özgürlüğüne karşı duymamız lazım gelen laik toleransı nasıl göstereceğiz? Bunu Hazreti Geylani anlatabilmiştir, ayetlerini bularak… Bir Muhyiddin Arabi anlatabilmiştir, ayetlerin özündeki manayı.

Bu bakımdan kuru kalıplar içerisinde, bir tarih kitabı gibi sıradan rastlanabilecek bir ilim kitabı gibi Kur’an alınır, talim edilmeye kalkılırsa (ki bunlar klasik tefsirlerdir) elbette bu velilerin gönül pınarından aldıkları cevheri onlarda bulmak mümkün değildir.

: Ve öyle bakıldığı zaman da sanki onların böyle bir bakış açısı getirdiklerini sanıyoruz…

Sıfırdan başlayacaksın!

Evet! Değil işte… Asıl onlar bakıyor. Bunlar gibi bakmıyor, yanlış bakıyor… Yani şöyle kabul etmemiz lazım. Kur’an ve onu yaşayarak uygulayan yüce peygamberimiz asıldır. Velilerin getirdiği görüntüler, bize anlattıkları din, bizzat onlardır. Onun dışında gördüğümüz şeyler, bu gerçeklerden uzaklaşılmış yahut anlayamamış olmaktan ibaret gelen birtakım (şeylerdir) kanaatler.

Semih Sergen: Peki bu arada bir şey sormak istiyorum izin verirseniz Sayın Nurbaki.  Hazreti Mevlânâ'nın o ünlü ve bütün dünyanın bildiği türlü dillerde söylenmiş olan ünlü; “Gel, gene gel, gene gel. Ne olursan ol ister ateşe tap ister puta ister tövbe etmiş ol ister yüz kere bozmuş ol tövbeyi. Bu ümitsizlik kapısı değil bu kapı nasılsan öyle gel” diye bir ünlü rubaisi var. Bunu bir Hazreti Mevlânâ'nın kendine, kendi çevresine değil de doğrudan doğruya bir İslam'a çağrı olduğunu, İslam'ın özünde böyle bir sevginin, toleransın, var olduğunu söyleyebilir miyiz?

Gayet tabii… Bir defa dikkat ederseniz; İslam çağırırken… En önemli çağrılarından bir tanesi şudur: “Geldiğin zaman geçmişteki bütün günahların arınacak, sıfırdan başlayacaksın”.

Çünkü İslamiyet’e giren ve geçmişinde bilhassa Kur’an ayetleri bakımından çok ağır cürümlerle yüklü insanlar vardır. Mesela, Hazreti Ömer kızını gömmüştür. O eski cahiliyet devri icabatı…



Hatta… Vahşi’yi bırakın… Halit. Halit İslamlara kılıç sallamıştır.

Ama bütün bunlar İslamiyet’e geldikleri zaman sıfırdan başladılar ve o kadar “bu sıfırdan başlama bir gerçektir ki; İslamiyet’te diyor ki “Senin amacın Allah’ı tanımak için (yaratıldı)… Allah’ı tanıyana kadar geçirdiğin hayatın, hayat bile sayılmaz” diyor. Değil ki günah sayılsın… Asıl hayatın Allah’ı tanıdıktan sonra! Eğer sen insansan, Allah’ı tanıdıktan sonra hâlâ Allah’ın yarattığı mahlukata ters bakarsan o zaman sorumlusun “gel bakalım” diyor.

“Gel” diyor!

İşte! (bu şey) Kuran’ın bu felsefesini Hazreti Mevlânâ beyit şekline sokmuş. Ondan sonra işin garibi birtakım dindarlar yahut da mutaassıplar bundan çekinmiş “Nasıl olur efendim?”…

“Nasıl oluru” var mı? İslamiyet kabul etmiyor mu, her geleni? Ne kadar günahı olursa olsun! Ne olursa olsun…

Yalnız Hazreti Mevlânâ’nın o beytinde de gazelinde de önemli olan nokta gelmektir. “Kim olursan ol, tövbeni kırk bin defa boz… korkma!” demiyor. “Gel” diyor! Elbette! Ne kadar günahkâr olursan ol, Allah kapısına geldiğin zaman mutlaka bu kapıda af olacaksın. Hatta yine Hazreti Mevlânâ’nın öyküleri içerisinde vardır:

Hz. Ömer devrinde bir çengi vardır, yani saz çalar. İslamiyet’in en hararetli zamanlarında, İslamlar savaş içerisinde, ölüm kalım mücadelesi içindeyken bir adam saz çalmakla, sarhoş sofralarını şen etmekle vakit geçirmiştir. Sonra devrinde artık ihtiyardır, eski sofralardaki itibar kendisine kalmamıştır. Ne sesi dinlenir olmuştur ne sazı dinlenir olmuştur. Mezarda oturmuş. “Ya Rabbi! Ne kadar günahkâr olduğumu biliyorum. Gençliğimi nasıl beş paralık ettim, şimdi artık rağbet bile görmüyorum ama sen benim yaratanımsın. Sen dinlersin beni değil mi? Son olarak bunu sana çalacağım ve benim canımı al kurtulayım,” diyor.

Başlıyor çalmaya mezarlıkta… O sırada Hazreti Ömer’e Allah tarafından bir ilham geliyor. Diyor ki, git çengiye (çengi işte saz çalan anlamına geliyor)… Falan mezarlıktadır, af olduğunu müjdele, diyor.

Hz. Ömer koşup geliyor. Çengi de Ömer kendisini cezalandıracak zannıyla önünden kaçıyormuş… (Hazreti Mevlânâ’nın ifadeleri bunlar) Nihayet çengiyi yakalıyor, “Korkma!” diyor. “Allah’tan sana müjde geldi. Affetmiş Allah seni!” diyor.

O sırada çengi oturuyor. “Aman Ya Rabbi! Siz demek savaş ederken dünyanın en kutsal emaneti etrafında toplanırken, ben orada meyhanelerde saz çaldım, türkü söyledim. Benim bunca günahım af olacak mı?” diye böyle kendi kendini affedemeyecek bir (şeye giriyor) bunalıma giriyor. O zaman yine Allah Hazreti Ömer’e ilham ediyor. Diyor ki çengiye “Söyle tövbesinden tövbe etsin. Yapılmış şeyler bitmiştir, geldiği an” yeniden bir daha tövbe bile lüzum yok.


Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=Nrrun1AJke8