Efendim şimdi, tabii bu görüşü, en canlı olarak nerede görürüz? Bizzat Efendimiz nasıl uygulamış? Efendimizin özellikle Kur’an’ı öğretirken, Kur’an’ın yorumunu yaparken… Medine’nin ilk yıllarında hem kadınların hem erkeklerin bulunduğu topluluk içerisinde hitap ederdi.
Nurbaki’yi Takip et
Ancak bu Medine’nin sonraki yıllarında (beşinci, altıncı yılında hatta belki de hatta daha da az olabilir) o kadar çok kalabalık oldu ki; insanlar üst üste oturur hâle geldi. Onun üzerine dedi ki “Pek zor oluyor böyle. Hiç değilse erkekler üst üste oturabilir, birbirinin sırtına yaslanabilir ama hanımlarla erkekleri ayrı günler alacağım… Bu haftadan itibaren” dedi. Hanımlar ayrı günde aynı sohbeti dinlediler. Erkekler ayrı günde aynı sohbeti dinlediler. Beraberdi… Yani sıkışıklık olmasaydı devam edecekti.
O size öğretecek!
Şimdi buradaki ince nokta, nedir bakınız? Efendimize bilhassa son yıllara doğru İslam hukuku üzerinde çeşitli sorular sorarlardı. Bazılarının kısa olanlarını anlatırdı. Böyle, uzun boylu izah edilmesi gelenleri de “Ben Ayşe’ye anlatıyorum İslam hukukunu, o size öğretecektir” derdi ve Efendimizden sonra Hz. Ayşe İslam hukukunu evvela bizzat ashaba (yani çağın, efendimizin yakınları olan Müslümanlarına) âdeta seminer yapar gibi anlattı. Ve gelmiş geçmiş dünyanın en büyük hukukçularındandır, Hz. Ayşe. Çünkü hukuk ilkelerine yorum getirmiştir.
Biliyorsunuz, hukuk ilkelerine yorum getirmek fevkalade güç bir şeydir. Çok geniş bir hukuk kültürüne ihtiyaç vardır. Hatta “muhakemat usulü” dediğimiz, hukukun en zor bölümlerine ait, Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde mecelleye filan giren birtakım hukuk kavramları bizzat Hz. Ayşe’nin yorumudur. Ve tam manasıyla, dört dörtlük bir hukuk âlimidir, Hz. Ayşe.
“Kadının okuması caiz midir?” demek çok gülünç
Şimdi bu hadise ortadayken, erkeklere bizzat hukuku öğrettiği dört dörtlük bilinirken ve bütün, bugün İslam hukuku konusundaki hadisler Hz. Ayşe tarafından açıklanarak anlatılmıştır. Bunu gördükten sonra hâlâ “Bir kadının okuması – yazması caiz midir?” demek çok gülünç olur.
Daha evvelki bir sohbetimde söyledim, İslam hanımının sünnette taklit edeceği Hz. Ayşe’yle Hz. Fatma‘dır. Erkeklerin de Resûlullah efendimizdir.
Peki, bunu taklit ederken neyi taklit edeceğiz? Elini tutuşunu mu taklit edeceğiz? Yoksa konumlarını mı… Evvela konumlarını bir görelim, ne yapıyor? “Okuyor, ilim yapıyor, ezbere biliyor…” Ee? İlim dediğimiz zaman… Tabii Kur’an’ı biz yalnız bir din kitabı olarak görürsek, Kur’an’dan bir şeyi bilmenin ilimle olan paralelliğini çözemeyiz. Hâlbuki biliyorsunuz, Kur’an astronomiden biyolojiye kadar pek çok konuları içeren bir ilim hadisesidir.
İlmi, bilgiyle karıştırmak
Şimdi, burada önemli bir noktaya değinmek istiyorum; “ilim” dediğimiz zaman biz bilgiyle karıştırmamak lazım. Ekseriya, bunu yaparız biz.
- Bilgi: Kompütere yüklenen birtakım önceden tespit edilmiş doğrulardır. Bunları bir araya getirseniz bu “bilgi demeti” olur.
- İlim: Bilinen şeylerin yorumudur. Sentezini, icabında analizini yapmazsanız ilim olmaz. Yoksa bilinenlerin alt alta yazılmasından ilim doğsaydı…
Şimdi, efendim buradaki önemli hadise ilim şeyinde… İslamiyet’in getirdiği ilkelerde, Kur’an’da pek çok defa geçen şey budur. Allah bir insana ilim vermişse yorum kabiliyeti verir, diyor.
Olaylara baktığınız zaman onun püf noktasını görmek, o olay ne ile kıyas edilerek ne netice çıkarılacak? İlim budur. “Yani yorum sanatıdır; bilgileri yorum sanatıdır.”
İşte, bundan dolayıdır ki; mesela Hz. Ayşe kendisine Efendimizin hukuk sahasında söylediği bir şeye yahut hukukla ilgili bir ayeti yorumlayarak anlattığı için âlimidir.
Hz. Fatma da Kur’an ilminin âlimidir. Kur’an’da çözülmesi mümkün olmayan, çok zor olan ayetleri Hz. Ali dahi çözemeyip Hz. Fatma’ya sormuştur. O genç yaşına, akıl almaz zekâ ve dehasıyla birlikte öyle yorumlar yapmıştır ki, bu yorumların çok enteresan bir örneği de vardır:
Yorum sanatı
Hz. Ali bir gün Efendimizin huzurunda “Ben ne zaman şehit olacağım?” Çünkü şehitlik çok zevkli bir mertebe diye konuşur (Çünkü çok güçlü, muharebede hiç kimsenin Hz. Ali’ye vurması, öldürmesi mümkün değil). Onun için şehit olma olasılığı yok neredeyse…
Efendimiz duymazlıktan geliyor. Bir gün Fatma annemize, Efendimiz geliyor, diyor ki; “Sen, (iki de bir soruyor) kendisine Sure-i Kadir‘i bir güzel yorumla bakayım” diyor. “Sure-i Kadir’de gizlidir onun şehadeti.” Tabii Sure-i Kadir’in pek çok manaları var. Bir kere zahiri manası var. Ayrıca enfüsi yedi tane manası var. Bunlardan bir tanesi de bir tarihi gelecek bildirme manasıdır.
Hz. Fatma annemiz diyor ki “Şehadetin kesin senin” diyor. Şehadetin kesin! Hem de “Kadir Gecesi şehit olacaksın” diyor. Bu… Sure-i Kadir’i yorumlarken böyle çıkıyor.
Buradaki ince bir nokta da Sure-i Kadir’de “Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır” kelimesidir. Hz. Fatma bunu yorumlarken diyor ki “Niçin bin sene denmemiş de bin ay denmiş?” İşte yorum sanatı budur. Başka birisi için bir kıyas yapsın diye söylenmiş sanılır. Niçin “efdaldir” denmemiş de yani faziletlidir denmemiş de “hayırlıdır” denmiş?
Bakınız iki kelimeden incelik çıkartıyor. Yani “Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır” cümlesi başkadır. “Kadir Gecesi bin seneden daha efdaldir, yücedir” cümlesi başkadır. Ama “Allah bin seneden yücedir, bin seneden faziletlidir” demiyor. “Hayırlıdır” diyor.
“Bu hayırlı kelimesi üzerinde durmak lazım” diyor. “Burada bu kelime bir mesaj için konmuştur” diyor. Nitekim Hz. Ali “27 Ramazan’da şehit edildiği zaman” o günün Kadir Gecesi olduğu anlaşıldı! Ondan evvel Kadir Gecesi 21 – 30 Ramazan arasında herhangi bir gün tutulurdu. Ta ki, Hazreti Ali şehit oldu. Anlaşıldı ki “27 Ramazan’daymış”.
Daha enteresanı “Bin aydan” hayırlıdırın sebebi anlaşıldı. Hz. Ali’den sonra gelen “Emevi devleti bin ay” kaldı. Seksen iki sene dört ay!
Yani, aynı ayetin içerisinde Hz. Ali’den sonra gelecek İslam devletinin seksen iki sene, dört ay sonra yıkılacağı da yazılıydı… “Bin aydır” diyor… Onun için yani “ilim aslında bunları yorumlamaktır ve bunun da üstadı Hz. Fatma’dır.”
Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=N6C3IxKI4ZM