Efendim, Yüce Peygamberimiz Miraç’ta Cenabıhakk’ın huzuruna intikal ettiği zaman (yansıdığı zaman) Allah ona bütün evrenleri verdiği hâlde, o ısrarla buraya, inananları, “Salih olan kullarını da al bu seyire” diyerek âdeta Allah’tan, yani Allah’ın varlığını seyretmeyi (kendini hapsetmek şöyle dursun tam aksine) bütün insanlarla paylaşmak istedi…


Nurbaki’yi Takip et


Ki, aslında bu konuşmalarımız (gezinti sohbetlerimiz sırasında) üzerinde durduğumuz infak etme, Allah nimetlerini dağıtmanın akıl almaz bir sırrıdır.“Allah’ı seyretmeyi bile” Efendimiz bütün müminlere infak etmiş oldu.



Şimdi, böyle olunca, biz “Acaba ona nasıl borç ödeyebiliriz?” dersek… Şüphesiz ki, evvela Efendimize mümkün olduğu kadar, ona benzemeye çalışacağız. Efendimizin yücelik vasfı biliyorsunuz ikidir; iki isim de:

  • Mustafa, çok güzel arınmış ve arıtılmış. Yani iki kelime de kullanabilir Arapça’da.
  • Muhammed de en güzel hamdı eden, en güzel hamda uğramış

… çift manalı böyle. Şu hâlde, Fahri Kâinat Efendimizin temeldeki olayı en güzel arınmış.

Miraç Mânâ bilimlerinin özü

Neden arınmış? Bütün yanlışlardan arınmış. Allah dışındaki her şeyden arınmış. Kendisini yalnız Allah’ın seyredeceği bir ayna hâline getirmiş ki, mana bilimlerinin (tasavvufun da) özü budur.

Yani, Allah her an kalbi Muhammedî de kendini seyredebiliyor. Çünkü Efendimizde ne dünyaya ne ahirete… Ne aklınıza geliyorsa! Hiçbir düşünceye ait bir arzu yok. “Yalnız sen varsın” diyor, Allah’a. Biz de ne olabilir ki? Bunu ifade etmek için miraçta çok nefis bir sözü vardır, Allah’a karşı. Allah (biraz ilahi şaka olarak) “Bana ne getirdin habibim?” diyor. Efendimiz diyor ki;

─ “Sana öyle bir şey getirdim ki, sende yok ya Rabbi” diyor. ─ “Nedir, bende olmayan?” ─ “Yokluk getirdim sana!” diyor.

Yokluğun olmadığı, sende olmayan tek şey var… “Yokluk!”… “O da bende var” diyor. Yani Cenabıhakk’ın sonsuz kudretini, kendindeki sonsuz yoklukla âdeta, en güzel şekilde ifade etmiş. Onun için ki, Efendimize müteaddit iltifatlar yapıldığı zaman, “Hayır! Ben yokluğumla iftihar ettim, Allah’ın huzurunda. (Ben) eğer beni memnun etmek istiyorsanız, benim kulluğumu sakın bozmayın!”

Efendimizdeki yüceliğe kimse tahammül edemiyor!

Çünkü Efendimizdeki yüceliğe kimse tahammül edemiyor. Nasıl iştir bu? Çünkü Allah bile yarattığı varlığın, yarattığı sırrın “kendi kendiliğine” âşık olmuş. “Yaratma sırrına âşık olmuştur, Efendimizin”. Nasıl yaratılabilir bu? Bu kadar mükemmel bir yücelik, bir güzellik, nasıl yaratılabilir diye…Binaenaleyh, Allah hem Efendimize kendi yokluğunda onun hamdına âşık olmuş hem yarattığı sanattaki sonsuz esrara âşık olmuş.

İşte! Allah bu pencerede bize neler yapmamızı isterken,

  • Birincisi, evvela bütün kulluğun alt seviyesinde oturacağız. Ne yazık ki tasavvuf adına herkes kendisini Allah sanıyor. Hazreti Mevlânâ’nın… Şems’in Mevlânâ’ya söylediği gibi: “sana gelmeden çok kimseleri gezdim hiçbir kula rastlamadım. Herkes Allahlık iddiasında” dediği gibi, bir kere evvela kulun en tabanında oturacağız. Efendimizin iftihar ettiği bir kulluğun hiçbir zaman çizgisinden çıkmayacağız!

Şimdi ondan sonra da Allah yolunu göstermiş (Ben… ayet-i kerimenin aynen karşılığı):

  • “Ben Allah iken (innallahi ve melaiketihi) meleklerimle birlikte (yusellune alennebiy) Peygamberime salavatı şerife getiriyorum. Ey müminler siz de getirin, ben ona intikal ettireyim!”

Demek ki Efendimizi her an anmak, ona salavatı şerife getirmek, Efendimiz’e karşı vazifelerimizin ikincisi.



Ama birincisi, hiç unutmayalım ki; madem ki Allah insanı seçkin varlık olarak yaratıp da onda özellikle sevgilisinin çizgisini arıyor. O çizgiden bir tane taşımaya çalışalım!

  • İnfak ederek çalışalım…
  • Namaz kılarak çalışalım.

Cenabıhakk’ın Efendimizde görüp de bizim taklidine bile mümkün olmadığımız, kendisini taşlayanlara elini açıp da “Aman Ya Rabbi! Onlar bilmiyorlar. Sakın azabını verme!” dediği duyguyu biz yaşayamayız ama hiç değilse, “kimseye kin nefret duymayalım, en azından”.

Binaenaleyh, Efendimize karşı (vazifedeki) vazifelerimizin başında ondan bir çizgi taşımak (ki buna mana bilimlerinde -ı Muhammedîyi taklit derler) … O’ndan bir tek “ahlakı mutlaka taklit edeceğiz”.

En hırpani kılıklara girmişler!

Gelin görün ki, çağ içerisinde bu kaide dönmüş – dolaşmış “Nereden acaba edebilir miyiz?” gibi (filan) … Onu da bilememişler, onu da doğru dürüst öğrenememişler!

Efendimiz’in mükemmel şıklığı, mükemmel temizliği, mükemmel zarafeti, mükemmel kibarlığını en yanlış şekilde anlamışlar. En hırpani kılıklara girmişler. Böyle bir şey demiyor, Efendimiz!

Efendimiz Allah’ın her an kendisini seyrettiği için her an en güzel olmak, en temiz olmak, en tertipli olmanın sırrını bize anlatmış… (Biz) bunu anlamazlıktan gelmişiz. Onun için, inşallah bu Ramazan’ın güzel günleri yüzü suyu hürmetine Allah bütün mümin kardeşlerimizin Efendimizle, gönüllerinde bir bağlantı lütfetsin. Çünkü Efendimizin gönlünden bir cereyan kapmadıkça bir insan hiçbir şey yapamaz.Olduğu yerde fasit dairesini kendi içinde çevirir, kendi nefsine tapar. Kendi nefsini çalışır. Kendisini iyi sanır. Kendisine makamlar kurar, cennetler kurar filan.

Bunların hiçbirisi caiz değil ancak ve ancak Efendimizden bir çizgicik taşıyabilmenin gayretiyle ömrümüzü gidereceğiz. Ahlak-ı Muhammedî dediğimiz; şefkatli, merhametli, Allah’a karşı saygılı her an onu hisseden, ondaki ilahi güzellikleri seyreden bir mümin olmaya çalışacağız.

İnşallah bütün âlemi İslam da bu sırrı öğrenir, Allah’a yakîn olarak, Efendimizin “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” ayetindeki sırrına erişir ve bütün insanlık kurtulur inşallah.


Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=cj3VMmbFvkw