, bir yandan vücudumuzun her noktasına kanla canlılık veriyor, bir yandan da o noktaların her birinde manyetik bir tesir vü­cuda getiriyor. Kalbin bu iki özelliği, aslında, manasındaki sırrın dışa aksetmesidir.


Nurbaki’yi Takip et


Yeryüzünde yaşayan bütün in­sanlar, kalplerinde almaz birtakım sırların saklandığını bilir fakat yorumuna bir türlü ulaşamazlar.



İlâhî sana­tın bu muhteşem sırrını İslâm Yüceleri, Kur’an hikmeti içerisinde bize aktarmışlardır. Akılcı bilimin çizgilerinden de çıkmadan kalbin asıl manasını, yani içimizdeki gerçek “ben”i tarif ve tavsif etmeye çalışacağım.

Herhangi bir güzelliği seyrederken içinizde hayranlık ve zevk bırakan his nedir? Hislerden kurulu bir müziğin, içinizde bıraktığı hüzün nasıl bir duygudur? Acaba “Güzellik, şekillerin geometrik yapısından gelmiştir” denebilir mi?

Veya o hüzne sebep olan sadânın (yani ses dalgalarının) duyma merkezinde bu tesiri vücuda getirdiği kabul edile­bilir mi? Şüphesiz ki, hayır!

Gönlün gerçek sırrı

Dış dünyadan gelen sesler, şekiller hatta renkler ve ko­kular, duygu organları aracılığı ile beyne yansıdıktan son­ra, akıl kompüterinde birtakım hükümler meydana geti­rir. Bunlar hiçbir şekilde iç dünyamıza geçerek, öz benliğimizdeki sanatı, zevki, güzelliği, hayranlığı veya hüznü temsil edemez.

İç dünyamızda bir başka “ben,” bir şii­rin, müziğin yahut güzelliğin takipçisidir. Gereğinde ağlayacak, gereğinde zevkten mest olacaktır. İşte, gönlün gerçek sırrı budur.

Daha ilgi çekici olanı şudur ki; herkesin bakıp, gördüğü bir manzaranın kalp gözüyle seyrinde çok değişik şeyler görülebilir.

Bir âşığın sevdiğinde gördüğünü, bir başkası göremez. Bir sanatçının sanatındaki derin senfoninin sırrı­nı ancak gönlü zengin olanlar anlar.

İşte, insanın kendi içinde, çok derinlerde olan fakat gerçeğin her türlüsünü çabucak anlayıp sezen bu hikmet, onun kalbindeki sırrında, hazinesinde gizlidir.

Çağımızın iptidai zevklere itilmiş, menfaat kavga­larına sürüklenmiş insanından gönül sırrını bulması elbet­te beklenmez. Çünkü gönül sırrı en mükemmel insanda bile yeniden arınarak varılabilen bir tazelik ve zindelik­tir.

İçimizdeki “ben”in önüne dünyanın gürültü ve curcuna­sından duvarlar örmezsek, tanıdığımız kulağın dışında, içimizdeki “ben”in bir başka kulak taşıdığını sezebiliriz.



Kalbin bu özelliği, bazen büyük üzüntü ve acılardan son­ra berrak bir şekilde ortaya çıkar.

Eğer ımızı çok iyi incelersek hüzün, ayrılık ve acı dolu günlerde içimizdeki “ben”in (yani gönlün) paha biçilmez varlığını mutlaka sezeriz.

O zaman insanoğlu kalp gözü ve kalp kulağı taşıdığını fark eder. Bu tespitleri en açık haliy­le sevgide ve aşkta görmek mümkündür.

Tersine… Kin, nef­ret, ihtiras gibi duygular gönül gözünü kapattığında, nağ­melerin güzelliği de manasını kaybeder.

Mana sırrının merkezi: Kalp

Gönül sırrının en mühim vasfı zaman ve mekân ötesin­de yaşamasıdır. Bu yüzden gönül sırrı bir kez açıldı mı, çok uzaklardaki nağmeleri dinler, asırlar öncesinde ya­şamış bir güzelliği seyreder.

Beden atına binen , kal­bin bu mana sırrıyla sonsuz mekânlara, sevgilere intikal eder.

Kalbin sevgi ve merhametten uzak halinde ise, ruh beden kafesine sıkışıp kalmıştır.

İşte o zaman idrakler, düşünceler, fikirler kurur. Ateistin seyretmek istediği cüce insan tipi doğar.

Dolaşımın, dolayısıyla maddi canlılığın… Aynı zamanda duyguların ve sezgilerin merkezi nasıl kalp ise, kâinata sonsuz boyutlarda açılan insandaki mana sırrının merkezi de kalptir. Ve gönül, bir manada iç dünyamızda insan ger­çeğinin merkezidir. Bu yüzden, bilinmesi ve sezilmesi mümkün olmayan en büyük gerçeği, Allah’ı kesin bir şe­kilde ancak kalb sezer ve bilir.

Bundan dolayıdır ki, onun [kalbin1] gücü gerçekten büyüktür. Çünkü Allah’ı bilmek ve sez­mek, kâinatı bilmek ve sezmek demektir.



Bu sebeple sevgi ve merhamet gibi ilahi kudretin sırrından yansı­yan yüce duygular ancak kalpte yaşayabilir.

Kalplerin özündeki “Teklik Sırrı”

Kalbin sonsuz derinliklerinde, bizi gerçeklere götüren ve bütün kâinatı seyrettiren bir ekran vardır. Bu gönül ekra­nında mutlak gerçekler, sevgiden ve merhametten yana olan güzellikler seyredilir. Bir manada bu ekranda sırrı” vardır.

Her inanmış ve yücelmiş insan mer­hametten, güzellikten, aşktan yana aynı hissi duyar. Sanki insanlar kalplerinin özündeki bir noktadan, tek tek bu ilahi şebekeye bağlanmıştır. Bu şebekenin hattında güzel­likten, sevgiden başka bir geçiş yoktur.

Nasıl kalp, günde yüz bin kez bütün hücrelere kan pompalayarak hayat veriyorsa… Manasında da milyonlarca defa bizi bu gönül ekranına çeker.

Ne çare ki insanlar çoğu kez çirkinlikleri seyreder, onun peşinden koşarlar. Özünde kâinatın eşsiz güzellikle­rine açılan gönül penceresinden habersiz dolaşır, durur­lar.

İşte! Gönüldeki bu sır insana has bir hususiyettir ki hiçbir yaratılmışa verilmemiştir.

, Allah’ı gönül yoluyla sezme istidadına sahiptir. Bu vasfıyla mekânların ve âlemlerin ötesine sıçramış olur. Cisminin kü­çüklüğü nispetinde, manasıyla büyük bir âlemdir.

‘nin “Sen küçük bir cisimsin, fakat sende büyük bir âlem dürülmüştür” hikmetli ifadesi bu hakikate işaret etmektedir.

Akıl almaz insan mucizesinin özündeki bü­yük gerçek budur.

İçerik no: 6760


Kaynak: Dr. Haluk Nurbaki’nin “Kalb ve Ötesi” kitabından alınmıştır

  1. Derleyen Notu. ↩︎

Bu içeriğin kısa adresi: https://nurbaki.org/6760