Şimdi efendim, bütün çağlar boyunca evlilikleri yıpratan, sağlıksız kılan pek çok hadiseler vardır. Özellikle batı toplumlarında evliliğin adeta böyle, bir mukavva ev gibi ufacık bir rüzgârla çarçabuk dağıldığını hatta dağılmasının bile fark edilmediğini çok kolay müşahede ediyoruz. Ki, kaldı ki onların dini inançları boşanmayı yasak etmesine rağmen… Ama aile kalmıyor boşanmasa bile… Şimdi, o halde, ailenin korunması şüphesiz ki sevginin devamıyla mümkündür. Ancak uygulamada dikkat ederseniz sanıldığı kadar sıcak olmuyor sevginin devamı yahut süresi sanıldığı kadar uzun sürmüyor.


Nurbaki’yi Takip et


Efendimizin Talim Ettiği Nikâh

Şimdi, kesinlikle bir İslam ailesinde (yaşları ne olursa olsun) manevi nikâhları da mevcut olduğu süreç içerisinde sevginin devamı şarttır! Bu sevginin devamı… Eğer kayboluyorsa, sevginin devamı gelmiyorsa o zaman kabahati […] İslam’ca yaşamadığı için bu sevgi kaybolmaktadır. Daha doğrusu; geçen konuşmalarımdan birisinde söyledim: “Manevi nikâh çok kıymetli bir şeydir.”



Eğer insanlar kişisel gafletlere düşerlerse manevi nikâhları incelir, zaafa uğrar. Bunu bir cereyana benzetirsek voltajı düşer. Düşe düşe nihayet karanlığa gelecek kadar aydınlık azalır.

Onun için İslami nikâhın mevcudiyetini çok zinde olarak ayakta tutarsa insan, sevginin dağılması mümkün değildir… Kesinlikle! Sevginin azalması da mümkün değildir.Çünkü bu öyle bir cereyandır ki; ‘ın lütfettiği bir cereyandır. Öyle bir kıymetlidir ki; Resulullah’ın (sav.) himayesine aldığı, bir nevi tasarrufuna aldığı bir hikmettir, eşler arasındaki sevgi.

Şimdi tatbikata döndüğü zaman… Bunda zaafları görüyoruz. İşte! Bu zaafları çok iyi tespit edersek, zannediyorum ki; pek çok yaralı gönlü tamir etmemiz mümkün olacaktır!

Evlilik Çatısı Altında Rikkat ve Dikkat

Ben şunu söylemek istiyorum: bir defa, (sorunuzda söylediğiniz gibi) erkeğin ve ın evlilik çatısı altında farklı konularda rikkat ve dikkati gerekiyor. Yani sevgiyi her ikisi de kullanacak ama bunun başarılması için erkeğin ayrı bir tepede, kadının ayrı bir tepede emek sarf etmesi lazım gelir. Ki; genelde Fahr-i Kâinat Efendimizin, Hz. Fatıma’nın düğününde emrettiği:

“Hz. Ali’ye: sen, Fatıma’nın kölesisin; Hz. Fatıma’ya da: sen, Ali’nin cariyesisin…”

Şeklindeki tanımı meseleyi kökünden hallediyor! Yani; bir kadınla bir erkeğin evlilik çatısı altındaki münasebetlerde asıl dikkat edecekleri rol: Efendimiz tarafında açıklanmış. Bizim bir daha bu role ekleyecek bir şeyimiz yok!

Ama bu zor bir şey: ahlâk! Yani, hiç kimse Hz. Fatıma’nın ve Hz. Ali’nin ahlakına erişemez. Erişemediği için de elbette ki zaaflar yavaş yavaş teessüs eder, durur.

Yani; bir köle gibi eşine sadık olan bir erkeğin, bir cariye gibi kocasına sadık olan bir hanımın aralarındaki sevginin tükenmesi, azalması söz konusu değildir. Şiddetlenir, azalmaz!

Ancak benim bugünkü toplumda müşahede ettiğim ve bu sevginin hiç istenilen seviyede olmadığını gördüğüm bir takım ana noktalar var, onları özetlemek istiyorum: Bunlardan;

Birincisi kadına düşen iffet, hayâ ve saygı… Bu üç şey kadının taşıdığı sevginin kabının aşağı yukarı en cilalı kısımlarıdır. Sevgi kabının taşıdığı, sevgi şerbetinin bardağı bu üç kavramla ayakta durur.

Erkeğin sevgi kabı ise (çok daha önemli) şefkatle yürür. Şefkat ve sevginin taşınması zorunlu… Yani;

Aile yuvası içerisindeki sevgiyi ayakta tutan bir anlamda erkektir! Kadının iffeti, hürmeti ve hayâsı ile kadın vazifesini tamamlamıştır!



Eğer; şefkat, merhamet ve sevgiyi kabında taşımazsa hiçbir yere varamaz, böyle bir aile yuvasında!

Veda Haccında kadın

İslam’ın, erkeğin kadına karşı olan şefkatini o kadar ciddiye almıştır ki… Efendimiz veda haccında çok önemli konulara (biliyorsunuz ancak) temas etmiştir, bunların bir tanesi: bu emanete (erkeklere hitap ederek, bu hanım emanetine) çok aşırı rikkat ve şefkat göstermesi…

Yapısal Özellikler Bakımından Kristalleşmiş Meziyetler

Şimdi, zaten günümüzün, çağımızın insanlarını alın (hiç dinle ilgisi olmayan ailelerde bile hatta batıda tamamen ayrı kültürde mevcut olan ailelerde bile) yüz kadını çağırın sorun: erkeğinden ne bekliyorsun, diye… Size İslamiyet’in tarif ettiği bu şeyi verir: şefkat, merhamet ve sevgi! Yine farkında olsun veya olmasın yüz erkeğe de sorsanız onlar da: saygı, iffet ve hayâ ararlar kadında!

Yani bu aslında yapısal özellikler bakımından kadın ve erkeğin arınmış, kristalleşmiş şekillerinde olan meziyetlerdir. Bu meziyetleri kaybetmemek lazım…

Tek kelimeyle şefkati ifade etmek, tek kelimeyle hayâyı ifade etmek kolay değildir ama bunları en olmazından alarak, yani en tersinden alarak düzeltmek lazım. Mesela hayâyı anlayabilmek için; hayâsızlığı ortaya koyun. İffeti tanıyabilmek için; İffetsizliği ortaya koyun. Onları koyarak ortaya, yavaş yavaş insan bünyesinde bu hastalıkları tamir etmek lazım…

Hasta Aile Yapıları

Aksi takdirde, aile dediğimiz yapı git gide (batıda daha hızlı bir şekilde, bizde de daha yavaş bir şekilde) çökmeye mahkûm olur. Ve aile yapısı çöktükten sonra toplum kalmaz, millet kalmaz!

Millet, cemaat kavramları, toplum kavramları… Bunların hepsi aile yapısına dayanır. Hasta aile yapılarından doğan bir toplum da kanserli bir dokuya benzer. Kanserli bir dokuya benzer… Her gün geçtikçe kan kaybeder, gün geçtikçe metastaz yapar (yayılır) ve bütün toplum katlarına ciddi olarak yazık olur.

Şimdi bu ana ilkeleri aldıktan sonra, ben bunları tek tek açıklamak isterim. Şimdi, mesela hayâ dediğimiz şey… Bir kere evvela şu mesajı vermek istiyorum:

Manevi Değerler Değil Yaşamak, Hayal Bile Edilmiyor!

Çağımızda (özellikle yüzelli – ikiyüz senedir) manevi değerler törpülene törpülene, kırpıla kırpıla öyle bir hale gelmiştir ki; manevi değerler değil yaşamak, hayal bile edilmiyor! Bu çok önemli bir şeydir… Yani; evvela biz manevi değerleri tanıtmak zorundayız, sevgili dinleyicilerimize. Çünkü kaybettiğimiz bu malların ne kadar önemli olduğu, Ahlak-ı Muhammedi’nin özünde gizli olan bu insanlık sıfatlarının ne derece kıymetli olduğunu bilirsek o zaman evvela şahısların düzelmesi, sonra da ailenin düzelmesine imkân meydana gelir.

Aile Niçin Kutsaldır?

Şimdi anlatacağım bu şefkatin, hayânın, saygının ve sevginin unsurlarını… Her Müslüman aile birden bire dönemezler çünkü şimdi hangi aileye gitseniz, kapısını çalsanız erkek diyecek ki: ben şefkat sahibiyim; hangi aileye gitseniz, diyecek ki: ben hayâ sahibiyim, saygı sahibiyim… Ama bunlar lafla olmamalı. Herkes kendisinin yaptığı hareketlerde şefkatin eksikliğini, hayânın kopukluğunu, hürmetin bitişini evvela kendi kendine itiraf etmeli, sezmeli. Ve evin içerisindeki hır – gürlerin sebebinin bunlar olduğunu çok iyi tespit etmeli.



Bir de özenle üzerinde durulmasını istediğim şey, şudur: gerginleşmiş aileler, aralarındaki o manevi nikâha rağmen soğumuş aileler hadiseleri analiz yaparken “yalnız karşı tarafın yanlışlıklarından meydana geldi” dememelidir. Hem kendi yanlışlıklarını, hem karşının yanlışlıklarını çok iyi tespit etmelidir. Eğer bunu yapmayı başaran aileler olursa (daha evvel de arz ettiğim gibi) “nikâhlarını tecdit ederek” tekrar eski sevgilerine dönebilirler, buna inanınız.

Şimdi biz sevgiyi, hayâyı şefkati planlarken burada üzerinden durmak istediğimiz şey nedir? Bir aile (özellikle bir karı – koca) Allah’ın temsil ettiği ve yeni bir müminin meydana gelmesinde vesile olacak fevkalade kutsal bir şeydir.

“Aile kutsaldır”, derken bu İslam tabiridir. Bu İslam tabiri batıdan filan gelmiş değildir!

Hele hele, bu son yıllardaki uydurma bir takım işgüzarların lafı da değildir. Ailenin kutsallığı İslam’dan gelen bir tanımdır. Niçin kutsaldır? “Terörist çocuk” yetiştirmek için bir araya gelmişse bu aile, kutsal olmaz… “Askerden kaçacak çocuklar” yetiştirmişse, bu aile de kutsal olmaz… “Fuhşa çanak tutacak” kızlar yetiştirmek için bir araya gelmişse, bu aile de kutsal olmaz. Bunlar ancak bir “ur” olur, bir kanser hücresi olur. Eğer, aile kutsalsa bunların önemli yanı: Allah tarafından birbirine münasip görülmüş ve yeni bir inanan yetiştirmek üzere bir araya gelmiş kimselerdir. Binaenaleyh, aile bu yönden kutsaldır.

İman Zaafıyla Doğacak Çocuklar

Şimdi, yeni bir inananı meydana getirebilmek için Cenab-ı Hakk bize iki faz vermiştir. Bunlardan bir tanesi bedeni bir harekettir. Yani, karı kocanın bedensel ilişkileri yeni bir yavrunun meydana gelmesinde bir fazdır, bir devredir.

Ama asıl önemlisi annenin ve babanın şefkatlerini yavruya aktarabilmeleridir. Eğer, anneyle baba arasında sevgi eksikliği varsa doğan çocuk da tıpkı “altı parmak doğan bir çocuk gibi” veyahut “bir uzvu eksik olan bir çocuk gibi” iman zaafıyla doğacaktır.

Gerçi her yeni doğan insan ilmince ve tabii Ahkâm-ı Kur’âniye itibari ile de (çünkü Hızır’ın hikâyesinde geçiyor) mümin sayılırsa da… Ama, bunun yetişip de insan mesuliyetleri çağına geldiği zaman birtakım zaaflar gösteriyorsa bu insan (kumar oynuyorsa, içki içiyorsa) biliniz ki; nasıl ki, beslenmedeki bir zehirli madde -alkol kullanma yahut devamlı streste kalma- bir anneye, meydana gelecek çocukta bir takım maddi arızalara sebep oluyorsa; aile yuvası içerisindeki sevgisizlik de meydana gelecek çocukta birtakım manevi arızalara sebep olur…

Hiç kimse isyankâr oğlunun sebeplerini, hiç kimse başıbozuk kızının sebeplerini topluma hemen yamayıp yamayıp da, topumda kabahat aramasın!

İslam Ailesi Nasıl Olmalı?

Mutlaka aile yuvası içerinde maddesel sağlığı verdiği gibi manevi bir sağlıkla o çocuğu meydana getirmeleri lazımdı, orada aksamışlardır. İşte biz, ailenin bu yandan kutsal olduğuna inandığımız için İslam ailesini masaya yatırıp, nasıl olması lazım geldiğini büyük bir titizlikle gözden geçirmek istiyoruz. Onun için şimdi, evvela bu tanımları dile getirmek istiyorum çünkü tanımları bilmiyoruz biz birdefa.

Hayâ…

Bir defa, hayâ… Hayânın tam karşılığını Türkçe de bulmak mümkün değil. Bu, ancak utanma hissi gibi filan algılanıyor. Yine, utanma hissi etrafında bir mimari yaparak hayâ binasını tarif etmek mümkündür. Özellikle Yaradandan utanma, demektir: hayâ. Eğer bir insan Yaradandan utanıyorsa, bu utancı onun –yani hayânın- sırrı geniş kavramlı bir şey olur. Ne gibi?

Mesela: ekonomik bütçede bir sarsıntı olduğunu kabul edelim… Buna isyan etmek, herkesin şusu var, busu var bizim hiçbir şeyimiz yok, diye isyan etmek hayâsızlıktır.

Bu kadar ince ve zarif bir şeydir, hayâ kavramı. Yani, hayânın İslam kişisi tarafından özellikle İslam hanımı tarafından kavranmasında büyük bir kıymet vardır. Bu hayâya, bu utanca, Allah’a karşı mesuliyet utancına sahip çıkmak bir anlamda ittikanın temelidir. Yani, ittika dediğimiz, İslamiyet’e girişin temel taşları bu hayâ zemini üzerine atılır. Eğer bir insan Allah’tan utanmıyorsa, Allah’ın kendisine verdiği namütenahi nimet içerisinde bir de evlilik gibi güzel bir müesseseyi kendisine nasip ettiğinden utanmazsa artık onun hayâ yoksunluğu içerisinde diri olarak kalması mümkün değildir. Çünkü her insanın bir dirilme mecburiyeti vardır.

İnsanlar aslında ölüdür… İman etmedikçe, Ahlak-ı Muhammedi’ye gelmedikçe ölüdür. Eğer az iman ediyorsa, Ahlak-ı Muhammedi’den çok az nasibi olmuşsa bu da hastadır.

Ama “tam dirilik” Ahlak-ı Muhammedi’den nasiptar olmak ve de Ahkâm-ı Kur’âniyeye sıcaklaşmakla mümkündür ki; bu hayâ ile başlar. Fevkalade önemli bir şeydir hayâ! Ama biz bunu niçin kadınlarda başlattık?

Aile yuvası içerisinde aslında erkek kadın herkes, hayâ mecburiyeti vardır… Allah’tan utanma mecburiyeti vardır, Allah’a karşı sorumluluk mesuliyeti vardır. Biz “hayâ” dediğimiz zaman, mesela herhangi bir kimseye… Basit ölçülerde tanırız biz hayâyı, yırtıklık olarak da tanırız. Mesela; basit bir kimseye, otururken bir hanımefendiye, göğsünün üç düğmesi açılmış göğsünü gösteriyor, şuna bak hayâsıza, deriz. Hakikaten hayâsızlıktır, neden? Çünkü Allah’ın verdiği o güzellik bir başkasını kanun dışı bir cazibeye sevk etmek için kullanılamaz! Allah hesabını sorar onun. Onun için biz ona hayâsızlık gözüyle bakıyoruz.

Binaenaleyh, hayâyı evvela hanımlara oturan ve onun sımsıkı yuva içerisinde tutacağı bir güç olarak, bir temel olarak görmemizin sebebi: hanımların hem rıza bakımından (Allah’a rıza bakımından), hem de hayâyı temsil etmesi güzellikleri bakımından çok önemlidir.

Bu bakımdan bir kere hayâyı çok iyi tanıması lazım… Her mümine kardeşimize niyazım: otursun, hayâ açısından kendisini etüt etsin: Allah’a karşı ayıp ediyor mu, kula karşı ayıp ediyor mu? Bunların ikisinden daha önemli (bak, Allah’a karşı dediğimiz hale daha önemli) kocasına karşı hayâ gösterebiliyor mu? Çok önemli bir şey çünkü yuvanın içerisindeki cereyanın sırrı hanımın kocasına karşı göstereceği o büyük utanma hissinden doğar. Bu utanma hissi sanıldığı gibi “bir laf söyleyince yüzü kızarıyor” mahiyetinde değildir.

Yanlış bir şeyi talepte bulunmak, yanlış bir yorum yapmaktan utanacaktır! Bu çok önemlidir! Yani bunu ben, bütün İslam anneleri için çok çok ölçerek, biçerek kullanmaları lazım gelen bir faktör olarak görüyorum.

İffet…

Şimdi bu hayânın yanında bir iffet vardır… Bakınız hayâ tamamen geniş kavramlı bir şeydir, iffet ise daha dar kavramlı bir şeydir. Daha çok bu günkü kavramlar içerisinde, anlamlar içerisinde: basitleşmemek, şıllıklaşmamak gibi düşünülebilir.

İffet: bir terbiyenin, bir Allah’ın mümtaz kulu olmanın mesuliyetini kavramak, demektir.

Yani, iffetsizlik her bakımdan; kahkaha atılmasından tutunda müstehcenliğine kadar, davranışlarındaki laubaliliğe kadar, etrafındaki insanları tahrik etmesine kadar hepsi bu iffet kavramının içerisine girer!

Bu iffet kavramı Allah’ın sevdiği bir kula mutlaka zaruret olan bir hadisedir ama söylediğim gibi gerek hayâ gerek iffet elbette erkekler için de vardır. Ama yuva içerisinde, yuvanın sıcaklığını temin etmek için hayâ ile iffet hanımlar mesuliyetindedir; o ip, hayâ ve iffet ipi hanımların eline verilmiştir o bağlar. Eğer bu bağları kopartırsanız, bu bağları gevşetirseniz o yuvanın içerisindeki saadetin kaçtığını sezebilirsiniz. Şimdi bu iki unsuru anladıktan sonra; hayâ ve iffeti niçin biz hanımlara ihale ettik?

Hanımların Gönlüne İltimas

Şimdiye kadar bu güzellikleri işitmemiş kardeşlerimiz diyebilir ki: hep, yine gelip gelip bize hale ediyorsunuz. Ama bakınız, Allah’ın gönül bahsinde çok önemli bir sırrı hanımların gönlüne yaptığı iltimastır! Allah hanımların gönlünü iltimaslı yaratmıştır! Bu, “anneliğe aday” diye Cenab-ı Hakk’ın, hanımların gönlünün perdesini daha açık bırakması, penceresini daha aydınlık bırakması “sırrı” vardır.

Onun için hayâ ve iffet gibi doğrudan doğruya Allah’a karşı duyacağınız mesuliyetlerin elbette kapısı, Cenab-ı Hakk’ın bir anlamda kapısını çalmak anlamına, yuvanın kapısını çalmak anlamına onun için hanımlardadır. Çünkü gönül açısından erkekler hanımlara nazaran daha “küt” dür.

Bu hayâ ve iffeti eğer, hanım gönlüne bir yerleştirebilirse karşısındaki erkek (tabiri caiz ise) zebani olsa elinden sopasını atar! Fevkalade önemli bir şey bu! Ama biz, hayâ ve iffet yerine; isyan ve çılgınlığı alırsak o zaman karşınızdaki erkek ne kadar haysiyetli olursa olsun patinaj yapmak zorunda kalır.

Evlilikte Gönül Saygısı

Efendim bu saygı, şimdi hani toplumda adet olduğu gibi: saygı sunmak saygısı değildir. Bir gönül saygısıdır. Gönül saygısı, sevgi çiçeğinin yetişeceği gönle su serpmek gibidir ve saygının kaybolduğu yerde sevginin kuruması, bitmesi bir nevi zaruret halindedir; onun için biz;

“Saygıyı hanımefendilere bırakıp; sevginin mecburiyetini, daha zor olanını erkeklere bıraktık.”

Saygı Fevkalade Esrarengiz Bir Hikmettir

Saygıdan kasıt: genelde Allah’ın emanet olarak verdiği kocasına (çünkü kadını erkeğe, erkeği kadına emanet olarak vermiştir Cenab-ı Hakk… Emanet olarak verdiği, bir Allah emanetine karşı) gösterilmesi lazım gelen bir tarz hürmettir. Yani, onu kusuruna göre kıyaslamayarak, onu incitmemeye çalışarak yürüme sanatıdır. İnsanların yorgun oldukları zaman, canı sıkın oldukları zaman birçok yanlışlıklar yapması mümkündür, bir erkeğin. Buna karşılık, hanımefendinin ona karşı “saygı sırrı olursa,” onun içerisindeki yorgunluktan, hatta haksızlıktan, hatta nefsinden doğan bu bütün cerahatler erir, akar. Saygı fevkalade esrarlı, esrarengiz bir hikmettir.

Efendimizin, Hz. Fatıma’nın nikâhında köle ve cariye kavramlarıyla lütfettiği emir bunu gösterir bize. Yani bir hanım kocasına karşı saygı gösterirken bir cariyenin efendisine karşı zorunlu olan (kanunen zorunlu olan) davranışını örnek vermiştir. Çünkü bu davranış kanuni zorunlu olan bir davranıştır saygılı olmak, itiraz edememek gibi… Ama bunu gönül rızasıyla yapmak, işte: Efendimizin sünnetidir.

Kadınların Cennet Yolu Yüzde Yüz Açıktır

Elbette ki, saygının gidip de bir gönülde illa nihai inikâs etmiyorsa… Yansımıyorsa, cevabı gelmiyorsa tahammülü zordur. Ama İslam olmak, tahammül etmek sanatı ile iç içedir. Bu bakımdan bu üç unsuru bütün mümine kardeşlerimin çok sıkı bir şekilde içlerine sindirmelerini istiyorum… Zordur ama bunları içlerine sindireceklerdir. Bakınız, size enteresan bir şey söyleyeyim; yani, tasavvufta bir tanım vardır:

Kadınların cehenneme gitmesine şaşarım, diyor bir veli. Bu kadar gönlü açık bir varlık nasıl olur da cehenneme gider? Herhalde (diyor) acul olmaları (yani, anında feveran edip) yanlış bir saygısızlık yapmaları, yanlış bir tarz iffetsizlik yapmaları buna sebep oluyor. Yoksa kadınların yolu yüzde yüz açıktır, diyor.

Çok çok ciddi bir tanımdır bu! Onun için bir hanımın zor olan bu merdiveni sıkı sıkıya elinde tutması halinde cennetin vizesi, pasaportu hazır demektir. Bütün iyi niyetine rağmen yine karşıdan istediği güzelliği bulamazsa bu bir “sabır sporuna” girer ki; o zaman manevi bir ibadettir, süper bir şeydir.

İslam Erkeğinin Bir Numaralı Özelliği…

Şimdi efendim, İslam erkeğinin bir numaralı özelliği: şefkattir. Yani, eğer bir insan kendisini mümin sayıyorsa ve şefkati yoksa imanı hastadır, lütfen gitsin bir mânâ doktoruna görünsün! Mutlaka şefkatli olması lazım gelir. Ki, bu şefkatin “en yakın gösterileceği nokta: eşidir, hanımıdır.”

  • Bu şefkati o kadar içten ve sıcaklıkla yapmalıdır ki; kadın yaşarken günlük mevzuatında, (o da yorulacaktır, onun işi, ev işi de dışarıdaki bir işten basit bir iş değildir… Belki bazen daha da ağırdır. Çocukların mesuliyeti vardır…) bütün bu yorgunluklar eve gelen kocanın gönlünde yaşattığı şefkat ışığıyla saniyede erir. Çok önemli bir şey…

Eğer bir mümin şefkat hassasını kaybetmişse, yazık olur evinin yapısına.

Mors Alfabesiyle Haberleşiyor Gibi…

Çünkü o zaman, o da karşıdaki mümine olan hanımında, nefsinden gelen dalgalar, yorgunluklar ne yapacaktır? Ondaki saygıyı, iffeti hatta hayâyı yavaş yavaş yıpratacaktır. Bu karşılıklı alış veriş: manevi alış veriştir.

Sanki iki gönül mors alfabesiyle haberleşiyor gibi… Birisinden devamlı surette şefkat çıkacak (harfleri çıkacak), ötekisinden de sevgi harfleri çıkacak.

Eğer bu mors alış verişi olmazsa, inanınız kimse kimseyi barıştıramaz… İnsanoğlu kendi kendisiyle bile barışamaz. Eğer birçok ailelerde bu tersliklere rağmen düzen yürüyorsa, Allah’ın özel merhametindendir. Yoksa şefkati olmayan bir müminin Allah nazarında (müsaade ederseniz), yeri yoktur!

Bu işe Cenab-ı Hakk, daha doğrusu o kadar önem vermiştir ki; hanımların evlilik ı içerisinde en az erkek kadar hakka sahip olduğunu hatta cinsel hakka sahip olduğunu… Yani buradaki erkek kadar derken, yani erkeğin davranışındaki şefkati tebarüz ettirmek için söylüyorum. Özellikle çok soyut bir şey olan cinsel ilgide bile bir numaraya yazmıştır, şefkat diye… Şeriatın hükümleri içerisine koymuştur.

Evvela Kendi Şefkatini Mutlaka Sorumlu Tutmalıdır

Binaenaleyh, şefkatini, erkek kaybettiği müddetçe hiç o ailenin içerisindeki hadisattan şikâyet etmesin.

Çocukların yanlış yetişmesinden, aile bünyesindeki çıtırtılardan, nikâhın sık sık sallanmasından hatta kopmasından evvela kendi şefkatini mutlaka sorumlu tutmalıdır.

Bu şefkat sırrı, Allah’ın kendisine emanet ettiği bir yavruya göstereceği (kendi yavrusuna göstereceği) dozda aynı şiddette olması lazım gelir, eşine.

Ve İslam ailelerinde, şuna inanınız ki; (bugünkü bir takım pislik züppelerin zannettiği gibi: “eskiden kadın esirdi, filan” hayır! Yüz elli seneyi atın… Çünkü yüzeli senesini ben, tarihin kültür pisliği sayıyorum. Bunun eskisine baktığınız zaman) bir hanımın evinde kocası otoriter gibi görünse de, onun sözü geçiyor gibi görünse de bir numaralı hadise erkeğin şefkatinin yaşamasıdır.

Şefkatin Aslı

Eğer Osmanlı çağında, Selçuk çağında aile yuvaları çok sağlıklı olmuşsa, yavrularını sağlıklı yetiştirmişse bir numaralı faktör: erkeğin İslami geleneklere, İslami emirlere uygun olarak şefkat duymasıdır.

Şimdi şefkat dediğimiz hadise sevginin biraz dışında bir hadisedir. Yani, sevmek yalnız karşılıklı bir cazibedir ama şefkat aynı zamanda koruyup affetmekle paraleledir. Yani, yalnız sevginin karşılıklı akışı değildir şefkat. Yani karşısındakini korumak, onu manevi kollarıyla kucaklamaktır. Sevgiyi öyle takdimdir, şefkatin aslı budur. Ondan dolayı şefkat;

Erkek tarafından eşine gösterilen şefkat, sevginin yaşaması için hazırladığı bir zemindir.

Bütün Mümin Kardeşlerimden Özellikle Rica Ediyorum!

Bir platform… Sevgi bahçesine toprağını atıyor, şefkatle. Ondan sonra, o sevgi güllerini dikecek demektir. Onun için bütün mümin kardeşlerimden özellikle rica ediyorum: şu ana kadar hanımlarında beğenmediği ne varsa bir an için unutsunlar ve şefkat dediğimiz İslami sırrı mutlaka göstersinler.

Efendimiz hanımlarla tartışmayı yasaklamıştır, biliyor musunuz? Efendimiz der ki: hanımlarla tartışanlar akılsızlardır! Akıllı erkek hanımla tartışmaz, der.

Bu şefkatin bir unsurudur, biliyor musunuz? Onu hoş görmenin bir unsurudur.

İSLAM ERKEĞİ OLUYORUZ, FİLAN DİYE “POZLARI” BIRAKALIM!

Çok geniş tabanlı İslami hikâyeler vardır… Mesela bugünkü erkeklerin çoğunun şikayeti “dır-dır,” dır. Biliyorsunuz; ‘e, karısını şikâyet etmek üzere gelen bir bedevi kapının önünde (daha da Hz. Ömer yeni çıkmak üzereymiş; hem de en sert erkek diye tanınır, Hz. Ömer… Öyleyken) istemeyerek kulak misafiri olmuş… Karısı neler söylemiş, Hz. Ömer’e! Yani ne kadar çok “dır dır” etmiş… Hz. Ömer hiçbir şey söylemeden, güler yüzle: Allah’a emanet ol hanım, demiş çıkmış. Onun üzerine adam şaşırmış…

  • – Niye geldin sen?
  • – Ben şaşırdım Efendim! Ben hanımdan şikâyet edecektim ama sen koca Ömer’sin…

Peki, Hz. Ömer gibi çok sert bir çizgide bir erkeği karısının bir tarz isyanlarına, “dır-dır”ına karşı susturan nedir acaba? Lütfen, bütün erkeklere şimdi tavsiyem: bunu bir etüt etsinler, nedir acaba? Hz. Ömer korkmuş mudur? Karısını kaybetmekten mi korkmuştur… Çünkü Hz. Ömer için bütün kadınlar emri amadedir. Peki, niçin susmuştur acaba Hz. Ömer? Resulullah’ın sünnetini, şefkat sünnetini yerine getirmek için susmuştur.

Allah rızası için, kendi başımıza, “İslam erkeği oluyoruz” filan diye pozları bırakalım!

Ve bunu hiç unutmayalım! Hz. Ömer gibi en sert çizgili erkek… Susmasındaki sebep: işte bir şefkattir o! Hoş görüdür, şefkat sünnetidir…

Yani biz, İslam’ı bir anlasak da… Gönül istiyor ki ne kadar kadın, erkek varsa İslamiyet’i bir öğrensin. Eğer bir tanesi Müslüman olmazsa, şerefsizim. Hepsi de mutlaka Müslüman olur! Ama anlatamamışız, kendimiz anlamamışız ki; başkasına anlatalım!

Şimdi siz bu sünneti göstereceksiniz de bir kadın İslam erkeğinin ne olduğunu anladıktan sonra İslam’dan başka dine bayrak açar mı? İslam’dan başka söze kanar mı?

Evet derdimiz, dertleşiyor… İslam’ın güzellikleri ortaya çıktıkça, değil mi? Daha çok çetin yanıyor içimiz. Hele hele İslam’a dil uzatanların karşısında büsbütün canavarlaşıyoruz biz bu sefer, tahammülümüz kalmıyor!

Bu kadar mükemmel, bu kadar nadide, bu kadar zarif bir dine karşı bulanmak istenen iftiralar, ona atılmak istenen çamurlar… adeta çıldırıyor!

Erkeğin Hayâdan Sıyrılma Şansı Yoktur!

Şimdi, hele bu çağda… Envai çeşit kültür kargaşasında, envai çeşit giyinenler, envai çeşit makyaj yapanlar erkeklerin karşısına çıktıkça galiba kendi evlerindeki hanımları beğenmemek gibi bir “aptallığa” düşüyorlar.

Yüce kitabımız: erkekler de bakire olacak, kadınlar da bakire olacak, diye emrettikten sonra;

Erkeğin, erkekliğini bahane ederek hayâdan sıyrılma şansı yoktur! Bir kadına hayâ ne kadar lazımsa, erkeğe de o kadar lazımdır! Bir kadına ne kadar sadakat lazımsa, erkeğe de aynı şekilde sadakat lazımdır! Gönlünden dahi, o dışarıda gördüğü bir takım züppemsi görüntülere bakıp da gönlünden kaydırması… O nasıl şefkat gösterecek, eve gidince kadınına ve Allah o sevgiyi o binada nasıl yaşatacak? O zaman kardeşim, kendi kendimizi aldatmayalım! Eğer mümin ve mümine isek onların haklarına riayet edelim!

Eğer değilsek çıkalım; “sokakta mı oynayacak, köçeklik mi yapacağız, ite mi bakacağız, arkamızda zincirli ip mi taşıyacağız” ona bakalım!

Ama mümin ve mimine isek mutlaka ve mutlaka Allah emirlerine ve Resulullah’ın getirdiği ahlaka uyalım. Bu çok önemli bir şey! Bekâret evlenmeden evvel mevzu bahis olduğu gibi evlilik müessesesi içerisinde, hayâ ve iffet bakımından aynen erkekle aynı mesuliyettedir! Bir kadının dışarıdaki bir erkeği aptalca beğenmesi, bir erkeğin dışarıdaki bir kadın aptalca beğenmesine Cenab-ı Hakk pirim vermez! İslamiyet hiç pirim vermez!

Yedi Sülalesi Yeniden Ekemez, O İmanı Oraya!

Gerçi, Taaddüdü Zevcat dediğimiz, birden fazla evlenmeye (dörde kadar evlenmeye) Kuran cevaz vermiştir ama o ayrı bir hikmettir! Şartları vardır, zaruretleri vardır, Efendimizin tarzı vardır… Bunların hepsini çok sıcak olarak bilmek başka; kendi hanımının gerek maddi, gerek manevi güzelliğini az görüp de dışarıdaki bir (şeytanın süslediği) görüntüye bakmak ve ona karşı temayül duymak ise o gönüldeki imanı alır, bir götürür ki; yedi sülalesi yeniden ekemez o imanı oraya!

Rıza Makamına Ermek!

Bu çok önemli… Yani erkek ve kadın nikâhlandıktan sonra, hele İslami nikâh yapıldıktan sonra “beğenmemezlik” kelimesini kullanamazlar! Allah’ın takdiri onlarla beraberdir… Erkeği de kadına veren Allah’tır, kadını da erkeğe veren Allah’tır. Buna ancak şükreder, şükür namazı kılar! Eğer bunlara ait beğenmemezlik gösterirse, çok ayıp eder.

Çünkü insanoğlu karşısındakini beğenmezken evvela kendisini masaya koyacak. Kendisi, ne? Kendisi çok mu bir matah! Diyelim ki bir erkek karısını beğenmiyor… Peki, kendisi çok mu matah? Kendisini bir koysun masaya!

Evet! O halde nedir bunun kolayı? Rıza makamına ermektir! Karısına… Karısın bütün çirkin, güzel maddi, manevi yanlarıyla rıza makamına ererse problem kalmaz. Karısına karşı dikenler doğmaz gönlünde. Karısına karşı dikenler doğmayınca da bu sefer ne olur biliyor musunuz? Karısından ona oklar gelmez! Ne dır-dır kalır, ne bir şey kalır… Merak etmesinler.

  • İnsanlar “dır-dır”dan şikâyet ediyorsa, kendi karısına karşı gönlünde taşıdığı dikenlerin çok rolü vardır. Onları kabartır o dikenleri… Zaten kadınların biraz sabır sporları zayıftır, o dikenler katlı mı “pat pat pat” aklına geleni söyler!

İçerik No: 3262


Gösterim: https://www.youtube.com/playlist?list=PL8wNayQBHRD6yajPZmohg-H0HgmDJNZ64

Bu içeriğin kısa adresi: https://nurbaki.org/3262