Bütün karanlıkları en ücra zaman dilimlerinde bile yakalayıp aydınlatan yüce Kur’an, Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) en büyük mucizesi olarak, ayında yeryüzünü aydınlatmaya başladı.


Nurbaki’yi Takip et


Peygamber Efendimiz’in Oruçla Geçen Günleri

Yüce Resûl, peygamberliğinin ilk yıllarında olmasına rağmen, kâinatın bu en büyük hâdisesini hisseder ve onu, farz olmadığı halde, haftada iki gün tutmakla tes’id ederdi.



Efendimiz (s.a.v.) pazartesi günlerini Kur’an’ın inzalinin başladığı gün olarak, perşembeyi de Kur’an’ın bütün insanlara tebliğ ve ilanına, yani açıklanmasına izin verildiği gün olarak her an gönlünde yaşatır ve o günleri oruçlu geçirirdi.[1]

Oruç: Nefsin Teslimiyeti ve Ruhun Yücelişi

Çünkü oruç, nefsin Allah adına dünyayı ve zevkleri terk etme sanatıydı. Gönüllere mana aleminden açılan ziyafet sofrasının zevki de ancak nefislerin teslim olup secde ettiği oruçlu anlarda yaşanabilirdi.

Mekke’de Oruçla Sabır ve Direniş

Mekke’de on iki yıl akıl almaz kahırları, sıkıntılı günleri, elemleri Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) orucun bu sonsuz sırrı içinde yok ederdi. O yıllarda yine pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere, sadece çok yakınlarına oruç tutmalarını söylemişti.

Ve nihayet Medine’nin huzur dolu günleri başladı. Ne çare ki şerler, alemlerin Efendisine (s.a.v.) orada da rahat vermiyor ve gönüllerde açan iman çiçeklerine gölgeler düşürmek istiyordu. Efendimiz’in (s.a.v.) çok ince ve hikmetli dualarına nihayet İlahi cevap geldi:

“Oruç tutunuz![2]

Ve oruç ayetleri nazil olmaya başladı[3]. Allah, oruçla beraber İslâm dünyasına ve dolayısıyla insana verilen sonsuz mucize hikmetlerini göstermek için, ilk Ramazan ayında Bedir mucizesini lütfetti. Bütün müşrikler, ilk oruçlarının henüz ilk yarısını tamamlamak üzere olan müminlere saldırdılar. Fakat orucun sırrıyla yıkanmış, gönülleri mana nuruyla dolu bir avuç İslâm mücahidinin dizleri dibinde topyekûn eriyiverdiler.

Yüce Rabbimiz, İslâm’ın bir bakıma kurtuluş ve kuruluşunu temsil eden Bedir’in zafer meşalesini yakmasıyla:

“Gönüllerin önündeki nefs perdesini orucun teslimiyet ateşiyle yakın ki, size manadan fetihler müyesser edeyim” demek istemişti.

Âlemlerin en yüce varlığı Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayının hazzını öyle derinlerde yaşardı ki, koca mübarek ayın bir saniyesini dahi telef etmez, boşa geçirmezdi.

Arınmışlık ve Nefsin Perdesi

Orucun bu kadar ince mana sırrı acaba nereden geliyordu? “Ben arza, semâlara ve arşa sığmam, ancak tertemiz olmuş bir müminin gönlüne sığarım[4] hikmetini seyretmenin “Arınmışlık” şartıyla olan paralelliğini bildirmektedir.



Bu arınma ise, gönül penceresi önündeki iki kalın perdenin kaldırılmasına bağlıdır. Bunlardan biri yeme-içme, diğeri ise cinsî duygulardır.

Mühim olan bu duygulardan temelli kopmak değil, o duyguları belli bir süre için Allah adına durdurabilmektir. Ömür boyu çabalayıp bir türlü açamadığımız “nefsin kasası”nın gizli şifrelerini elde etmenin en emin yolu da budur.

Nefsin bizi mana âleminden mahrum etmek için kurduğu her türlü tuzağı bozmak, orucun en önemli hedefidir. Zaten “oruç tutanın davranışlarına ait şeriatın getirdiği hükümler” bu söylediklerimizi açıkça ortaya koyar.

Oruçla Gelen Duyusal Güçlenme

Orucun manadan kaynaklanan bir sır olduğu, orucu ilk tutanlarca bile kolaylıkla fark edilir.

Oruçlu bir insan az besin ve enerji aldığı için, duygu melekeleri zayıflaması gerekirken aksine güçlenir. Daha iyi koku almaya başlar. Kulakları ve gözleri, tok halinden daha hassas ve aydınlıktır. Çünkü insan, beynin hücrelerinden emir almaz, ruhun güçlü himayesine girer.

Oruç ve Manevi Derinlik

Zaman içerisinde oruçtan gelen bu yücelmenin ve manadan gelen sezgilerin sırrı daha da derinleşir. Mümin, kendisini Allah’a götüren yolda kalbine ve ruhuna diken gibi batan dünya ihtiraslarının çirkinliğinden sıyrılır. Daha önceleri her attığı adımda ıstırap çekerken, oruca devam ettikçe koşar adımlarla manaya yaklaştığını fark eder.

İslamiyet’in Muhteşem Sırrı Oruç Bilinci

Bir süre sonra da gündüz Allah için yememenin, akşam da Allah için yaşamanın ayrı bir haz olduğunu sezer.

Zaten kulluğun sırrı da yemek, içmek, hevesler peşinde koşmakta değil yaptığı her şeyi Allah için yapmaktadır. Yine Ramazan’ın sırrı içinde sırf hayır yapmak ve kimsesizlere el uzatmak için para kazanırsa, Allah’ı (c.c.) ne kadar hoşnut edeceğini sezer. Bu noktadan baktığımızda, İslamiyet’in hiçbir dinde olmayan muhteşem bir sırrı ortaya çıkar:

Hayat, Allah’ın emrettiği bir vazife olarak sürdürülmelidir. Bunun en iyi sezilebileceği ibadet ise oruçtur.

Bu güzel ibadet, dört temel unsurumuza[5] birden ayrı ayrı hayat veren bir sırra sahiptir.




Kaynak: Dr. Haluk Nurbaki, Gazete yazıları

Dipnot

  • [1] Müslim, Sıyâm 197, 198.  
  • [2] Bakara, 2/183
  • [3] Editör Notu: Oruç ayetleri: Bakara 183,184,185,187. Ayrıca oruç kavramına doğrudan ya da dolaylı olarak değinen bazı ayetler: Nahl 128 (Oruç, sabır ve takvâ kavramıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu ayet, orucun takvâ yönüne vurgu yapan genel bir ilkedir.), Meryem 26 (Burada Hz. Meryem’in konuşmama orucu tuttuğu bildirilmiştir. Bu, İslam’daki klasik oruçtan farklı olsa da oruç kavramının daha geniş bir bağlamda nasıl kullanıldığına dair bir örnektir.), Ahzap 35 (Oruç ibadetinin Allah katındaki değerini açıkça göstermektedir.).
  • [4] Editör Notu: “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 50/16)
  • [5] Editör Notu: Nurbaki, insanın dört temel unsurunu genel olarak “ruh, gönül, nefs, beden” ifadesiyle tanımlamaktadır.
Bu sayfanın kısa adresi: https://nurbaki.org/7439