Aynalı Baba bundan aşağı yukarı seksen sene[1] evvel Üsküdar’da Karaca Ahmet mezarlığında yaşardı. Karaca Ahmet mezarlığında yalnız başına dolaşırdı. Ara sıra karşı tarafa geçer çok özel sohbetler yapardı.
Nurbaki’yi Takip et
Ama kılığı, kıyafeti dolayısıyla onun çok büyük bir nazlı olduğunun bilinmesi imkânsızdı. Zaten Aynalı Baba denmesinin sebebi üzerine kırık ayna parçaları, incik boncuk takmasıydı. Ona ilk bakıldığında meczupluktan ziyade (beni affetsin) üşütmüş intibâını verirdi.
Aynalı Baba Karacaahmet mezarlığında…
Aynalı Baba böyle bir hayat sürerken Karacaahmet mezarlığında Doktor Ahmet’le karşılaşır. Doktor Ahmet Sorbon’da tahsil yaptıktan sonra memleketine dönmüş Osmanlı’nın son çağında memleketinde yaşamak istemiştir. Kafası batı kültürüyle karışmış, doğu kültürünü iyi anlayamamış bir kimsedir. Doktor Ahmet, Karacaahmet mezarlığında kendi kendine felsefe üretmek ister. Orada yatan ölülere bakar.
- — Siz dünyada mutlu muydunuz? Şimdi nasılsınız? Öbür dünya var mı?
Diye felsefe üretmeye çalışırken Aynalı Baba’ya rastlar.
- — Kendi kendine ne fikir üretiyorsun, bir şey öğrenmek istiyorsan bana sor, der.
Doktor Ahmet şöyle bir döner bakar ki tam manasıyla garip, üşütük bir adam. Fakat birden intikal eder ve:
- — Sen benim düşüncelerimi nereden biliyorsun? der.
Aynalı Baba Doktor Ahmet’e:
- — Bize pek gizli bir şey yoktur, deyince…
- — Sen çok usta bir düşünüre benziyorsun ama bu hâlin ne? der.
Aynalı Baba da:
- — Bana bir ziyanı yok bunların. Aksine lüzumsuz insanların yaklaşmasından beni koruyor. Herkes bunları gördükçe bana yaklaşmıyor, der. Doktor da:
- — Benim müşküllerimi sen halledersin, diyerek…
Aynalı Baba’nın Karacaahmet’teki teneke kulübesine giderler.
Doktor, Buda’nın “İnsanlar saadeti bulamayacaklar, çetin bir mücadeleyi yaşayacaklar” sözünü sorar, Aynalı Baba’ya.
Aynalı Baba cevaben:
- — Ben bu işle meşgul değilim kendin sor, der.
Doktor Ahmet’in karşısına ansızın Buda gelir. Doktor Ahmet o çok müspet ve pozitif kafayla bunun olamayacağını düşünürken, Aynalı Baba:
- — Olamaz diye bir şey yok. Sen şimdi, bu zaman diliminde değilsin. Ben seni o zaman dilimine geçirdim, der.
Doktor Ahmet’in Hıristiyanlığa ait bazı soruları varmış. Bu defa da Hz. İsa ile tanıştırır, konuşturur. Netice itibarıyla Doktor Ahmet, Aynalı Baba’nın müridi olur. Aynalı Baba İstanbul’da Doktor Ahmet kanalıyla ifşa olduktan sonra İstanbul’u terk ediyor. Sonradan Doktor Ahmet Aynalı Baba’yla olan öyküsünü bir kitapta toplamıştır[2].
Hazır lokma bekleyen…
Aynalı Baba İstanbul’dan sonra Kütahya’ya geliyor. Kütahya’da da aynı kıyafetle dolaşıyor. O zaman Kütahya’da komiserlik yapan bir arkadaşım da Aynalı Baba’ya rastlamış. Hatta o zaman komisere “Mıntıkanızda Aynalı Baba ismiyle mâruf, fakat ne olduğu anlaşılmayan bir adam intikal etmiştir. İzlenerek bilgi verilmesi” diye bir yazı gelmiş. O dönemlerde öküz altında buzağı aramak gibi bir gayret vardı. Komiser de Aynalı Baba’yı takip etmeye başlamış.
Komiser bakmış bütün gün sokaklarda gezen mecnun gibi bir adam onun büyük bir velî ve düşünür olduğunu bilmediği için her gördüğünde dilini çıkarırmış. Aylardan da Ramazan’mış. Komiser bir gün demiş ki:
- — Sende karışık bir şeyler var. Neden bizimle sohbet etmiyorsun demiş.
Aynalı Baba da komisere:
- — Ben yatsı namazından sonra kahve kahve dolaşıyorum. Üç beş dostumu bulup konuşuyorum, senin haberin yok. Güya beni takip etme görevi de sana verildi, demiş.
Komiser de kahvelere takip etmeye başlamış. Gerçekten Aynalı Baba o kadar müthiş sohbetler yapıyormuş ki… Nuh tufanını anlatırken o kadar çok ayrıntı anlatıyormuş ki içinde bulunmayan bunu bilemez. Habibi Neccâr’ın linç edilmesi olayını anlatmış, ancak insan görürse böyle anlatabilir.
Netice itibarıyla komiser demiş ki, Aynalı Baba’ya:
- — Bize bir himmet etsen, demiş.
Biliyorsunuz insanlar meraklıdırlar. Büyük bir zât gördükleri zaman isterler ki bir cereyan geçse de hiç dünya sıkıntısı çekmeden hazıra konsalar. Tarikatta, tasavvufta da böyle bir şey yoktur.
Eğer dünya telaşının içerisinde Allah adına yaşamayı, Efendimizin gösterdiği biçimde yaşamayı becerebilirsek ancak o zaman Cenâb-ı Hak lütfeder, bir mürşidin nazarını nasip edebilir. Bizi ikaz edecek bir dervişi, bir meczubu gönderebilir. Yoksa durup dururken böyle insanlar gelsinler, sizi beleş çıkarsınlar… Bunu hiç düşünmemek lâzım. Aynalı Baba da kendisine müracaat eden komisere demiş ki:
- — Yarın saat dokuzda polis karakolunda beni bekle, seni irşat edeceğim.
Komiser büyük bir zevkle eve gitmiş. Hatta o gün uyumamış. Ertesi gün saat dokuzda masasına oturmuş bekliyor. Bir telgraf gelmiş: “Aynalı Baba’yı aramayınız. Bu gece Güneydoğu’ya intikal etti, oradan da Halep’e geçtiği öğrenildi” diye.
Bu da demin söylediğim gibi hazır lokma bekleyen insanın bu lokmayı beleş bulamayacağını gösteren güzel bir misaldir.
Allah hepsinin ruhunu şâd etsin.
Kaynak: Veliler Deryasından Katreler,
Dipnot
[1] Moderatör: İlgili sohbetin 1993-1995 yıllarında olduğu düşünülürse, bugün için takriben 100 yıl önce.
[2] A‘MÂK-ı HAYÂL, Filibeli Ahmed Hilmi’nin (ö. 1913) masal-hikâye karışımı birtakım olayları alegorik bir üslûpla anlattığı tasavvufî ve felsefî eseri. Bkz. İslam Ansiklopedisi