Meleklerin faziletli, başarılması güç hizmetler yaptığını kavradıktan sonra hemen hatıra şu hadise gelir. Niçin Cenab-ı Hak, meleklerine ‘e secde edin” dedi? Melekleri tanıdıkça, meleklerin kudretini anladıkça, Hz. Azrail’in o akıl almaz fizik gücünü kavradıkça, Hz. Cebrail’in bir şehri yok eden, havayı donduran sırrını öğrendikçe neden meleklerin insanlara secde ettiği sorusu akla geliyor.


Nurbaki’yi Takip et


İşte o secde, gönüllerdeki Fahr-i Kâinat Efendimizin (a.s.m.) cereyanındandır. ‘ın davet ettiği secde odur. Eğer insanın kapısı açık değilse, gönlünü kapatmışsa Allah’a, kendisini meleklerin secde ettiği varlık sayması mümkün değildir.



Allah, melek kavramını bize iyice anlatırken ve Âmentü’nün ikinci maddesi olarak ezberletirken bütün bu hikmetleri göz önüne alıyor, diyor ki “Unutma sen toprak ve suyun karması bir varlıktın, mânândaki bu esrarengiz yücelik Sırr-ı Muhammedî’yenin hikmeti dolayısıyladır. bunun için sana secde etti.”

Yani bir anlamda sen onlardan üstünsün kavramı çıkıyor. Gerçi bu üstünlük insanca bir kavram ama Cenab-ı Hak bu sırla melekleri insana secde ettirdi.

Sıkıntının dozu ve şiddeti

Bundaki hikmetlerden bir tanesi şudur: Gönüllerden sıkıntıları alan meleklerdir, dedik. Tabii bu sıkıntının dozu, şiddeti ve bir de kutsallığı çok önemli. Bu sıkıntılar dünyasal hadiselerse mümin üzülmesin diye bu sıkıntılar melekler vasıtasıyla alınabilir.

Ama, bu üzüntüler ve sıkıntılar ilahi nedenlere dayanıyorsa, bir mümin “Allah’a iyi hizmet edemiyorum” diye üzüntülüyse… Allah’ın kitabına karşı saygısızlıkların seyrinden dolayı üzüntülüyse, bunu melek alamaz. Çünkü bu ilâhî bir üzüntüdür. Bu Sünnet-i Muhammedî’dir. Bu ancak başka bir müminin üzerine almasıyla gidebilir.

Mesela, Efendimizin (a.s.m.) mukaddes hüznü, mukaddes yorgunluğu bizim adî yorgunlukla olan hüzün değildir. Allah’ın yoluna daha fazla insan götüremediğinden, o anda imanlı insanların sayıca azlığından dolayı rahatsız olan Efendimizin (a.s.m.) gönlündeki o hüznü ancak alıyor. (a.s.m.) kendisi söylüyor “Nasıl bir sırrın var senin Ya Hatice! Sen benim gönlümdeki hüznü nasıl aldın?” diyor. Burada Hz. Hatice, meleklerin yapamadığını yapıyor demektir.

Hz. Adem’e secde sırrı

Meleklerin bu noktada kudretlerinin müdahale edemediği birtakım hadiselerde insan devreye giriyor. Işte meleklerin Hz. Adem’e secde etmesinin sırrı burada yatmaktadır. Aslında Sevda-yı Muhammedi cereyanına çarpılmış bir müminde o meleklerdeki bütün güçlerin bir üstün hali vardır.

Onun için melekleri tanıyacağız ki, Allah’ın bize verdiği lütfun ne kadar zengin olduğunu, onların bu sonsuz kudretine rağmen bize secdeye davet edilmiş olmalarındaki hikmeti anlayacağız.

Hiçbir şeyden haberi olmayan, Allah’ın nizamını, kanunlarını adeta taarruza uğratmak isteyen bir toplum içerisinde, dünyevi zevkler içerisinde duran bir adamın meleklere imanı yoksa ne onun gönlünde bir şey hissedilir, ne de o, Allah ile irtibat kurmaya müstahak olur ki… İşte bunlar sonunda “belhüm adal” olur.

Kemâlini tamamladıktan sonra

Onun içini insanoğlu, meleklere iman sırrı içerisindeki bu yaklaşımları sağladıkça bir anlamda kemâlini tamamladıktan sonra meleklerdeki hikmetleri yansıtmaya başlar. Sırr-ı Muhammedî meleklerin secde ettiği bir hadisedir. Çünkü tüm bu meleklerin bir anlamda hayatını kurtaran Fahr-i Kâinat Efendimizdir (a.s.m.). Eğer, “Elest Meclisi”nde Allah “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği zaman Fahr-i Kâinat Efendimizin “Bela” sedası olmasaydı, melekler de insanlar da varlıklar da galaksiler de gidiyordu…

Cenab-ı Hak hemen defteri kapatıyordu. Melekler onun için müminlere bir anlamda medyun-u şükrandırlar ve mümine hizmet ederler. Bu hizmetleri dünyada olduğu gibi, bilhassa kıyamette de olacaktır.




Kaynak: Dr. haluk Nurbaki, Bilim Açısından İmanın Altı Şartı