Gönüllerde sevda bir yangının alevi gibi aynı tarz sürmez. Aksine, galaksilerde atom çekirdeğindeki dayanılmaz haz fırtınalarının raksını temsil eder. Zaten gönüllerde semadan muradımız bu gerçeği dile getirmektir.
Nurbaki’yi Takip et
İlahi tecellinin gönle “aşık ya da maşuk” sırrıyla yansıması öyle şiddetli bir etkidir ki kul, hemen hamd fazına geçmezse, dayanamaz. Allah bu yüzden aşkı, bir raks gibi gönle işler. Cazibeden peyk hareketine dönüş gibi Hamd niyazı onu devamlı gönül semasına çevirir.
Zaman kavramının ötesinde sevda fazları
Vuslat, kavuşma; firkat, yakan ayrılık demektir. Bu iki faz, sevdanın vazgeçilmeyen fazlarıdır. Bu fazlar bizim zaman kavramımızdan ötede cereyan eder.
Ne ayrılık yıllarla ne kavuşma günlerle ifade edilemez. Bazen bir an bazen ömür boyu sürebilir. Bu süreler “hamd niyazının” anında tecellisine bağlı elest sırlarıdır.
Şems ve Mevlâna örneğinde bu fazlar, görülebilen sürelerde cereyan etmiştir. İnsanlara, olayın sırrını anlamaları için adeta yavaşlatılarak seyrettirilmiştir.
Nitekim Tavus Sultan olayında ise hadise kısa sürede “vuslat yangınıyla” son bulmuştur.
Vuslatın sonsuz hazzı, sevgiliyi beklemenin sırrında güçlenir.
Aşkın vazgeçilmez fazı.
Bin bir zorlukla ona yaklaşma süresinde duyulan ayrılık acısı ayrı bir hazdır. Bu haz gönlün derinliklerine kadar yayılan, onu en özünden arıtıp güçlendiren manevi bir cereyandır. Bu nedenle firkat, aşkın vazgeçilmez bir fazıdır.
Gönüldeki sema ritmi
Eğer firkat maşuk makamından intişar ederse, buna naz denir ki, çok az kula nasiptir. Şems’te olduğu gibi firkat daha çok aşk makamından, ilahi fazdan intişar eder.
Aşk-ı mecazi dediğimiz, Leylâ ile Mecnun gibi dünyadaki zahirî aşklar ilahi sevdayı fark etmemiz için belli ölçüde verilmiştir.
Gönüllerde sema başlatan ilahi sevda hangi fazda hangi devrede (firkat – vuslat) olursa olsun, erişilmez bir ilahi lütuftur. İnsanın özündeki sırrın canlanmasıdır.
Kalp nasıl bedenin her noktasına hayat veren bir sırra sahipse, kalbin manası da ruhun her noktasına hayat veren gönül sırrına sahiptir.
İnsanın maddesel dolaşımı aksayınca beden nasıl ölü hale dönüşüyorsa, ruh da gönülden mana cereyanı alamazsa ölü faza geçer. Onu dirilten gönüldeki sema ritmidir. Vuslat ve firkati, dolaşımın kan atım ve emiş fazlarına benzetebiliriz.
Manevi cereyan kalpten gönle yansıyınca kanın hücrelere girmesi gibi vuslat doğar… Ve sonra ritmin ikinci fazı başlar ki, bu firkattir. Yine kalbin ikinci atışı gecikince, hücreler ne denli çırpınırsa firkatte de ruh aşkın vuslat ânı için öyle çırpınır.
Allah’ın gönle yansıma sırrı
Mana cereyanı Allah’ın gönle yansıma sırrıdır. Bu her defasında şiddetle Muhammed (S.A.S.) güzelliği arar ve vuslat hazzı başlar. Kulluğun hamdıyla başlayan gönüldeki ritmin ruha verdiği cereyan gerçek diriliği doğurur.
İlim, feyz, irşat bu diriliğin mayasıdır. Mânâ ilimlerinde buna «mânâ çocuğu» denir.
Firkatin yangınıyla yıkanıp arınan gönül yeni bir vuslatın hasretini duydukça, ilahi tecelliye câzibe rolü oynar. Firkat ne denli şiddetliyse ilahi tecelli o denli şiddetli olur.
Yeni bir vuslat yeni bir mana sırrı doğurur.
Hz. Şems‘in Mevlâna’yı terk etmesi, O’na sitem ya da acı çektirmek için değil, firkatin sırrını bize öğretmek içindir.
Kulu, aşık ve maşuk fazları etkiledikçe ilahi sevda artar. Çevredeki olaylar sönük hayaller gibi silikleşir… Artık gönül için yalnız Allah ve Resulü vardır.
Kaynak: Dr. Haluk Nurbaki, “Gönüllerde Sema” isimli kitaptan redakte edilerek yayımlanmıştır.