Nurbaki’yi Takip et
Efendim, biliyorsunuz zaten gönüllerde gezinti yaptığımıza göre zaman içerisinde mukayyet değiliz. Gerçekten on ikinci asır hatta on birinci asrın kısmen bir özelliği var; manevi ilimler açısından, mana bilimleri açısından, bir özelliği var. Bu özelliğini aşağı yukarı şöyle derleyip toparlamak mümkün.
Türkler Asya’da, Batı Asya’da, Batı Hazer’de biraz daha ortada Horasan da biraz daha Doğu Asya’da çok güzel memleketlerinin… Köyleri, kasabaları çok güzel… Oralarda, o kadar mükemmel tatlı bir hayat yaşıyorlar ki; bir de İslamiyet’le teşerrüf etmişler. Tam aradıkları, gönüllerinin istediği bir din. Mutlu olmuşlar, ibadet etmişler…
Haçlı Seferleri Hristiyanlığın özüne ters
Sevgi dini, böyle hoş yaşarken bunları yasalaştıran bir din geçmiş, Allah’ı tanımışlar. Onun en yüce sanat eseri Fahri Kâinat Efendimizi tanımışlar. Böyle bir hâldeyken, tabii kader kompüterinde (kaderin büyük hesabında) gözden kaçan bir hadise oluyor. O da şu:
“Hiç anlamsız yere, Batı dünyası, Hristiyan âlemi bir İslam düşmanlığı tutturuyor ki, Hristiyanlığın özüne tamamen ters… Yani bizim de gerçi kendi dinimiz içerisinde, Efendimizin getirdiği ilkelere ters birtakım davranışları yok değil, var ama bu Hazreti İsa’nın dinine o kadar ters ki “Bir insanı falan, dininden dolayı öldürmeye gitmek filan”… O “Haçlı Seferleri” diye tanımladığımız korkunç felaket çıkıyor ortaya.”
Bu felaket sırasında, bu şer kuvvete karşı koyacak hiçbir kuvvet yok. Bunlar bütün Arabistan’ı, Yemen’e kadar talan edip, İslamiyet‘i kökünden yok etmek üzere hazırlanmış bir yanılgı savaşı.
(Bu,) bunların önüne geçecek çok ciddi, ihlas dolu bir kavim lazım ki; bunlar Türkler, belli olmuş artık! Dünya haritasını açıyoruz… O zaman belli değildi ama bugün biliyoruz, olmuş çünkü.
Bu Türklerin de tabii Anadolu‘ya gelmeleri çok zor. Yani köyünden, güzel ceviz bahçeleri, üzüm bağlarından kalk da git, Anadolu’da […] gel… Ne yapacaksın? Zor bir iş.
Allah’ın takdir kompüterinde bir Moğol belası vermiş; Türkleri rahatsız etmiş, memleketlerini yağma etmiş ve Türkler, o Moğol çılgınlığının önünden Anadolu’ya doğru (evvela Doğu Anadolu’ya, sonra da daha Batı’ya doğru, (daha) işte Kayıhanlılar filan Söğüt’e kadar) gelmişler. Netice itibariyle bu Moğol tazyikiyle, Türkler aşağıya intikal etmiş. Bu aşağıya intikal sırasında, demin ki arz ettiğim gönüller cereyanında (yani); Haçlı ordularına, İslam (şeyini) inancını korumak için karşı çıkacak bir kuvvet, bir temsilci olduğu için Türkler…
Anadolu’ya manevi intikal
Bu arada bunların manevi organizasyonları da çok önemli. (Yani bir kavmin gelip bir yere oturmasıyla…) Şimdi, birçok tarihçilerin, tarihte çok iyi çözemediği birçok hadiselerden birisi de Anadolu’nun Türkleşmesidir. Anadolu’yu düşününüz ki, Türkler gelmeye başladığı zaman koskoca bir Hristiyan kültürü ve bir Bizans terörü var; siyasi kuvveti var, askeri kuvveti var, kültür kuvveti var. Yani o zaman için Bizans kültürü, Hristiyan kültürü öyle koltuk altına alınacak bir kültür değildi. Oradan kalkacak göçebe kavimler, gelecekler yüz sene içerisinde Anadolu baştan sona kadar Türk – İslam cemaatiyle dolacak. Bu aklın alacağı bir hadise değildir. Bunu tarihçiler çözemez.

Çünkü Anadolu binlerce istila geçirmiş. Yani Anadolu, Anadolu olalı her kavim göz koymuş, istila etmiş ama ne kültür bırakabilmiş ne de kalabilmiş.
Anadolu’da böyle bir kavmin kalabilmesi için çok büyük bir manevi desteğe ihtiyaç vardı ki, işte bu manevi destek ve de organizasyon (bu manevi destek sizin demin söylediğiniz gibi) büyük İslam yüceleri, büyük mütefekkirlerinin Anadolu’ya intikal etmeleriyle meydana gelmiştir.
İslam Karşısındaki düşmanlığı yok etti!
Şimdi, kimsenin iyi hesap etmediği bir şey vardır. Mesela; Hazreti Mevlânâ Anadolu’ya gelmiş de hep fikir sahasında, manevi eğitim sahasında çalışmış gibi görüyoruz, değil mi? Hâlbuki Hazreti Mevlânâ’nın Anadolu’ya gelmesindeki mana sırrındaki asıl sebep, O’nu oraya getiren Allah iradesi nedir, biliyor musunuz? Rum mukavemetini kırmasıdır. Dikkat ediniz, (bakınız) Hazreti Mevlânâ gelene kadar Haçlı Seferleri bütün (şeyiyle) çirkinliğiyle devam etmiştir. Hazreti Mevlânâ, Konya’ya gelip de Selçuk merkezinde “Hristiyan’a Hristiyanlığı anlatacak kadar insanlık sevgisi gösterdikten sonra” o hâle gelmiştir ki;
- Anadolu’daki Hristiyanlık bir taraftan, Hazreti Mevlânâ’nın Hristiyanlığı çok iyi bilen bir insanlık sevgisiyle,
- Bir taraftan, Hacı Bektaş-ı Veli‘nin örnek ahlak davranışlarıyla Müslümanlara, “Hristiyanlara en ufak ziyan yapmayacaksınız, kendi komşunun hakkını geçir Hristiyan’ın hakkını geçirme” diyen (büyük şeyiyle) toleransıyla, öyle bir hamurlaştırmışlar ki;
Anadolu’ya, Alparslan Malazgirt’te kapıyı açtığı zaman dört tane asker gelip, Anadolu’yu fethetmiş değildi. (Anadolu’da kültürünü çöktürmüştür.) Anadolu’da mevcut kültürü çöktürmüştür. Öyle bir insanlık sevgisi, öyle bir yeni felsefe getirmiştir ki… Biliyorsunuz, Hazreti Mevlânâ’nın cenazesine bütün Hristiyan âlimleri, yalnız Konya’daki papazlar değil… Dört bir taraftan gelip, katılıp…
Bu ne demek? Karşısında düşmanlık denen şeyi yok etti.
Anadolu’ya yerleşmek kolay iş değil!
Aksi takdirde Anadolu’ya yerleşmek öyle kolay iş değildi. Gelip zorla, bütün vilayetlerde başka bir kültür, başka bir ırk, başka bir düşünce… Bunu nasıl yok edecektiniz?
Savaş edersiniz, geri gidersiniz; savaş edersiniz, geri gidersiniz… Dikkat ederseniz, Osmanlı İmparatorluğu ilk yedi padişahlar dediğimiz safhasında (da) devamlı surette mutlaka bir İslam mütefekkiri, bir İslam velisi bizzat Osmanlı padişahının yanı başındadır.Dikkat ediniz bakınız; “Emir Sultanlar, Edebalılar, (ondan sonra efendim) Akşemseddinler (hep bunlar…), Hacı Bayram Veliler… Bunlar öyle organize olmuşlar ki, yani bir şeyin yalnız güçle değil manevi destekle… Bu manevi desteği de tamamen hayali görmemek lazım. İnsanlara yaklaşım biçimi…
Bakınız! İstanbul’un fethinden evvel bir Fransız vakanüvisinin bir hatıratı var, diyor ki;“Ben Üsküdar’a geçecektim ama İstanbul o sırada (çok kargaşaydı, diyor. Bu takriben 1435’de filan oluyor, İstanbul’un fethinden… Belki de kırkta… On on beş sene evvel oluyor) çok kargaşaydı, korktum,” diyor, geçmeye. Sonra birisi dedi ki (diyor): “Boğarlar, atarlar filan… Ama (dediler ki: diyor) Türk’üm dersen bir şey yapmazlar. Çok seviyor bu millet Türkleri, dediler” diyor.
Ne kadar ilginç bir olaydır. Bizans’ın içinde oluyor bu… Dışını bırakın, Anadolu’yu bırakın; Bizans’ın içindeki bir kayıkçı “Türk’üm diyen adama saygı gösteriyor.”
(Bu) İşte; bu mütefekkirlerin, İslam’ı iyi anlamış bu insanların yarattığı bir eserdir. Biz, İslam’ı anlamamakta ısrar edersek, onu böyle öcü hâline getirirsek, bu tarihin sahifesi karşısında utanırız! Bütün insanlar hayran kalmış! Gerçi, şimdi kendi dünyamızda bir sürü düşmanlardan rahatsızız… Öyle, işte “Bizi anlamıyorlar” filan diyoruz.
Ama müsaadenizle anlatalım kendimizi de… Yani nasıl anlatmış Hazreti Mevlânâ kendisini, biz yeniden anlatalım! (Elimizde… Sonra) yeniden bu iş için bir dokümantasyon toplamaya da lüzum yok.
Biz Hazreti Mevlânâ’yı daha tanımıyoruz. Onlar tanımaya başladı da, (onlar) diyorlar ki “Müslümanlar iyi adammış ya, biz anlamamışız” diyor.
Gösterim: https://www.youtube.com/watch?v=7TVLM9mdYDA