İyi günler sevgili dinleyicilerim. Size bugün Amentünün açıklanmasını anlatmaya çalışacağım. Biliyorsunuz İslam bilimlerinde bir konunun üzerindeki çerçeveler iki tarz ifade edilir birisi “Tefsir yorum” birisi de “Şerh açıklama” şeklinde. Manası çok net olan, net olduğu kadar da üzerinde tartışmaya mahal bırakmayacak kadar önemli kurallar getiren konularda tefsir yani yorum yapılmaz ancak şerh getirilebilir. Yani kelimelerin açıklanması, dizisindeki, ahenkteki önemli noktalar daha net bir şekilde ifade edilmeye çalışılır.
Nurbaki’yi Takip et
Amentümüz bildiğiniz gibi kelimeyi şahadet getiren bir insanın uymakla mükellef olduğu iman kurallarıdır. Yani bir insan Allah‘a kayıtsız şartsız inanarak, onun Resulüne yine kayıtsız şartsız inanarak İslam camiası içerisine girince, biliyorsunuz ilk mükellef olduğu yükümlü olduğu şey Kur’an’a inanmaktır! Ancak tabii Kur’an’a inanmak sözle değil fiilen de cereyan etmeli. Yani bütün hayatı boyunca Kur’an’ın bütün maddelerine uymalı, onun yüceliğini tartışmasız olarak kabul etmeli ve savunmalıdır.
Şimdi, Amentü bunun yanında iman tarzınızın yani biz inanıyoruz; “Neye inanıyoruz, inandığımız temel ilkeler nedir?” noktasında fevkalade önemli bir beyannamedir. Yani bizim Amentüyü okumamız, Amentüye uymamız kesinlikle zorunludur yani bu beyanname verilmeden İslam ordusunun içerisine girmek mümkün değildir!
Amentüye yorum getirilemez!
Amentümüzde Cenabıhakk’ın bizi inanmaya davet ettiği, ağzımızla tekrar ettirdiği altı temel ilke vardır.
- Birincisi, Allah’a iman
- İkincisi, Meleklere iman
- Üçüncüsü, Kitaplara iman
- Dördüncüsü, Resullere iman
- Beşincisi, Ahirete iman
- Altıncısı, Kadere iman
Şimdi, bir defa Amentünün bu temel ilkeleri tekrar edildikten sonra iki defa da kendi içerisinde Amentü yorum getirir. Onun için konuşmamın başında dedim ki “Amentüye yorum getirilemez, Amentü ancak açıklanır.” çünkü yorumda bir takım yanlış noktalardan çıkış olabilir.
Amentü kendi içinde yorum getirmiştir, bu çok ilginçtir. Yani Amentü bu altı maddeyi sıraladıktan sonra Allah’a, peygambere, kitaplara ve resullere, ahiret ve kadere inandım dedirttikten sonra (mümine) arkasından iki tane maddeyi tekrar vurguluyor. (Bunlardan)
Bir tanesi ahirete iman konusunu tekrar vurguluyor, “ahirete inandım demek” yetmez diyor. Bu ahirete imanın içerisinde “ba’sü ba’del-mevt hakkun” yani “Öldükten sonra dirilmek gerçektir.” şartı vardır, diyor. Bir de kadere iman bahsinde bir şerh açıklama daha getiriyor. Amentü orada da diyor ki “Evet, kadere inandım dedin ama bu kadere inandım yuvarlak bir cümle” diye düşünülmesin “Ben hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanıyorum” diyor.
Demek ki Amentümüzün kuruluş itibariyle büyük formülü içerisinde iki bölüm tefrik ediyoruz. Bunlardan;
- Birincisi 6 madde halinde inanmakla zorunlu olduğumuz İslami kavramlar,
- İkincisi de bu İslami kavramların iki tanesi üzerine Amentünün kendi içinde getirdiği yorum ki bu kendi içinde getirdiği yorum ahirette iman ve kadere iman noktalarındadır.
Meleklere iman niçin öncelik taşıyor?
Şimdi bu ana iskeleti böylece size takdim ettikten sonra tek tek Amentünün bizden inanmamızı istediği hususlarda şerhler getirmek istiyorum. Özellikle kavram açısından insanların tereddüte düştüğü… Mesela melekler ondan sonra efendim ahiret gibi kavramları mümkün olduğu kadar anlatmaya çalışacağım size.
Şimdi yine Amentünün dizisi içerisinde çok enteresan bir hikmet vardır “Âmentü billâhi” (Allah’a inandım, inandım ki) Allah’a inandım dedikten sonra hemen arkasından hatıra gelebilir ki normal dizide Resule inanmak gelsin… Veyahut Kitaba inanmak gelsin. Halbuki ikisi de gelmiyor! Allah’a inandıktan sonra ikinci madde meleklere inanmanın zorunluluğu! “Ve melâiketihî” dediğimiz zaman “Meleklere inanıyorum” diyoruz.
Acaba meleklere imanımız niçin öncelik taşıyor? Çünkü Cenabıhakk’ın emirlerinde gerek Yüce Kitabında gerekse hadisi kutsi ile verdiği emirlerin hiçbirisinde en ufak bir gelişigüzel sıralama olmaz! Mutlaka bütün detaylarda; harflerde, kelimelerde mutlaka büyük bir hikmet vardır. Allah’tan sonra hemencecik “Meleklere iman” etmek fevkalade önemli bir hadisedir.
Allah’tan sonra dikkat ederseniz… Biz Allah’a inanırken kısmen seyrettiğimiz maddeler aleminde diyelim ki dünyada, işte biraz daha derin bilgisi olanlar için galaksilerde, atomda yahut biyolojideki canlıların hayatında, bitkilerin hayatında… Her şeyde Cenabıhakk’ın varlığındaki kudreti sezerek “Allah’a iman” ediyoruz.
Allah o kadar aşikârdır ki!
Yani dikkat ederseniz bu “Allah’a iman” aslında gönülden gelen bir kalp cereyanıdır ama “görüntüde olan” da bir şeydir aynı zamanda. Yani Güneşi, Ayı, Yıldızları ve bütün evreni görerek Cenabıhakk’a iman zorunluluğumuzu teyit etmiş oluyoruz. İşte bu teyit etmek zorunluluğumuzda yani asıl Allah’a inanmak, O’nu bulmak, gönülde olduğu halde zahirde de Allah’a imanın bir rahatlık tarafı vardır. Aslında Cenabıhak, biliyorsunuz ki hadisi kutsisinde buyuruyor ki “Ben aşikardım göremediniz” yani “Allah’ın görünmeme konusu” diye bir düşünce taşınamaz! Çünkü “Allah bir fotoğraf değildir!”
Allah bütün evrenlerin üzerinde hem onun en ince, ufak mikro mekanlarında küçük mekanlarında hem de namütenahi uzayın sonsuz derinliklerinde hakim olan bir kudrettir.
Binaenaleyh biz Allah’ın görünme kavramını (ki) evvela zihinlerimizde rahatlaştırmamız lazımdır. Allah’ın duyulması, sezilmesi düşünülebilir ama “görünme” dediğimiz zaman Allah’ı bir farz görmek için yola çıksam… Nasıl göreceğiz? O’nu atomların, elektronların içerisindeki ahenkte görmemiz lazım bir yanıyla, bir yanıyla da tamamen galaksilerin akıl almaz sonsuzluklarında seyretmemiz lazım. Onun için… Yani Allah’ın bizim için görünmez gibi olmasının sebebi “görünmezliği değildir” ya? Görünmesindeki kavram ve kapsam zorluğudur.
Yani Allah “o kadar aşikardır ki görmemek mümkün değil” ama gözlerin sınırlıdır, beyninizdeki hücreler sınırlıdır ancak nokta nokta evrenden bazı şeyleri alabilecektir. Dolayısıyla da Allah’ın, görünmez diye bir cümle içerisinde ifade edilmesine rağmen, Allah’ın görünmezliği de söz konusu değil!
Yani yarattığı her hadiseye bir sıfatıyla tecelli eden, bir yansımasıyla mevcudiyetini her an gözümüzün önünde taşımaktadır. Onun için Cenabıhakk’ın emrettiği hadiste “Ben aşikardım göremediniz!” hikmeti bu noktadan görmekteyim… Demek ki biz Allah’a iman ettiğimiz zaman Allah’ı bir taraftan, gönlümüzden, gönlümüzün çok sonsuzluklarında arayıp derinliklerinde sezmeye çalışacağız bir de çevremize dış alemlere baktığımız zaman Cenabıhakk’ın sırrını yaşıyormuş gibi duyacağız!
Bundan dolayı evvela Allah’a iman edildikten sonra Cenabıhak birdenbire bize bir başka kartı gösteriyor… Bakınız! Meleklere imanın inceliği buradadır. Allah’a imanda az çok madde dünyasının ister mikro kozmos dediğimiz minikler dünyası, atomlar dünyası ister makro kozmos dediğimiz evrenler olsun… Bunların varlığı gözlerimizin önünde devamlı surette eski tanımla cevelân ediyor (dolaşıyor) ve bu varlıkların seyri bize Allah’a imanda kaçınılmaz bir zorunluluk getiriyor. Nitekim Yüce Kitabımız bu hususta çok önemli bir nazik hikmet getirmiştir, nasıl?
Görmediğine inanma mecburiyeti
Şimdi Arapçada inanan “mümin” kelimesiyle ifade ediliyor biliyorsunuz. Peki, inanmayanın Arapça karşılığı nedir? “Münkir”dir. Hâlbuki Kur’an müminlerin zıttı olan kişileri “münkir diye tanımlamaz kâfir der.”
“Kâfir” demek perdeli, örtü taşıyan demektir. Demek ki Allah deminki arz ettiğim nedenler dolayısıyla, varlığının mevcudiyetinin kesinliğini tartışmasız olarak kabul etmemiz gerektiğini bildirmektedir! Yani benim inkarım, münkirlik de bana karşı mümkün değildir, diyor. Onun için Arapça lisanında mesela bir kimsenin Allah’ı tanımaması, ateist olması halinde ona münkir diyemezsiniz! Münkir ancak herhangi bir olayı inkâr etmek anlamına kullanılır. Burada bu olay vardır veya yoktur, bu olaya ben bu açıdan bakıyorum, bakmıyorum açısından kullanıyor. Allah’a karşı münkir olunamaz, inkâr edilemez. O halde Cenabıhak Amentüsünde lütfettiği “Allah’a inanıyorum” cümlesinin arkasından şimdi getirdi “Meleklere imanı” koydu! Çok üzerinde durulacak bir esrar-ı ilahidir.
Allah (diyor ki) “Bana inandınız… Mecburdunuz! Etrafınızı seyrettiniz, yaşamınızı yaşadınız, ağzınıza aldığınız lokmanın nasıl sizi bir enerjiye çevrilerek ayakta diri tuttuğunu gördünüz, güneşi gördünüz (bunu kuran çok sık söyler) gündüzü gördünüz, geceyi gördünüz… Fevkalade önemli hadiseler bunlar! Bunları gördünüz elbette bana inanacaksınız ama ben sizden bir şey daha istiyorum” diyor. “Görmediklerinize inanınız!” Görmediğiniz nedir? Meleklerdir!
İşte bir insanın Allah emri diye görmediğine inanma mecburiyeti, meleklere imanla başlar.
Binaenaleyh, bir müminin “Ben yalnız madde dünyasına inanırım maddenin ötesine inanamam, inanmam” demesi mümkün değildir. Amentümüz kesmiş atmıştır, ikinci maddesinde! “Meleklere imanı” zorunlu kılmaktadır. Bizim yaşamımız iki ayrı safhada seyreder; birisi madde yanımız birisi mana yanımız. Bizim meleklere imanımız tahakkuk etmelidir ki kendi ruhumuza imanımız mümkün olsun! Çünkü, eğer biz meleklere inanmazsak, maddenin ötesine inanmazsak o zaman kendimizi beşerî bir varlıktan ibaret sanırız ve bu beşerî varlık da sırası gelince çürüyüp, dökülüp fena bularak yok olacak diye kabul ederiz.
Halbuki meleklere iman maddesi Amentünün içerisine girdiği an bu yanılgılar gidiyor. Allah diyor ki “Seyrettiniz bütün evrenleri… Bana inandınız. Bu evrenlerde sizin bu gözünüzle görmediniz bir başka alem var ki bu mana alemidir ve bunun içerisinde pek çok benim namütenahi mahluklarım, sırlarım vardır. Bunlardan en önemlisi meleklerdir. Şimdi meleklere bir iman edin bakalım.” diyor. İşte insan Allah’a iman ettikten sonra hemen meleklere iman ederek evvela kendi mevcudiyetindeki madde ve mana yanını teslim almış oluyor. Eğer insanlar kendi manasına inanmazsa, insanlık mevcudiyetleri bir defa fevkalade gülünç olur. Kendisini hayvan sayarak, kendisini evrimin bir parçası sayarak (birtakım şaşkınların zannettiği gibi) hatta kendisini köpek sanarak bu dünyada yaşamanın kapılarını kapatıyor. Cenabıhak “Sen insansın, bana iman ettin şimdi meleklere iman et, manaya iman et, görülmeze iman et” diyor.
(Allah) Buradaki aynı inceliği Cenabıhak kitabı keriminin ilk sayfasında da emretmiştir. İlk sayfaya dikkat ederseniz bizi, insanı tarifle başlar. Birinci sayfa yani Sure-i Bakara birinci sayfası (Fatiha’nın tam karşısında yine süslü çerçeve içerisinde arz edilen) 5 ayet bizi Allah’a imana değil gayba imana davet eder! Gayb demek biliyorsunuz, var olduğu halde görünmeyen… Bir an için perdeden silinmiş yahut bizim görme sınırlarımızdan ötede kalmış, demektir. Allah’ın bu noktada gerek Kitab-ı Kerimi’nde bizi gayba iman ile zorunlu tutması gerekse Amentümüzün ikinci maddesinde “Meleklere imanı” bize emretmesi mutlaka bizim çok önemli bir iç sorunumuzu halletmekle bağlanıyor.
Bakınız “Ey insanoğlu!” diyor, “Bana iman ettin ‘Ben kimim? Ben de bir maddesel varlık mıyım koskoca evrende bir nokta mıyım sürekli nokta mıyım?’ diye evhama kapılma, sen mana taşıyorsun. Eğer mana taşıdığına iman etmezsen (ki bunun başlangıcı meleklere imanla başlar diyor) senden başka birtakım varlıklar canlılar var (ki diyor Cenabıhak yeryüzünde bunları göremezsin görmen de mümkün değildir)” diyor demek ki “Sen yalnız gördüğüne inanan, görmediğine inanmayan ahmaklardan olma! Bilakis hissettiğin Cenabıhakk’a bağlılık duygusunun ışığı altında, görmediğin ama varlığı mutlak olan meleklere iman et” diyor.
Yeryüzüne nasıl gönderildik?
Şimdi meleklere imanın çok daha ilginç bir yanı da vardır… Biz yeryüzüne nasıl gönderildik nasıl ışınlandık bunu düşündüğümüz zaman, yine ayeti kerimelere, hadisi şeriflere istinaden şu formülü anlatabiliyoruz: Biz yaratıldıktan sonra, bir yandan Adem’in zürriyet hücrelerine, spermlerindeki genetik şifrelere nakşolduk… Bir nüshamız da cennete intikal ettirildi. Yani biz yeryüzüne ışınlanmadan evvel cennetteydik (Şu anda da hâlâ cennette, yeryüzüne ışınlanma sırasını bekleyen kardeşlerimiz var). Biz cennetten buraya gelirken, yani cennetten arza ışınlanırken bize cennetin çıkış noktasında (tabiri caizse çıkış kapısında) bir şey hatırlatıldı! Ne hatırlatıldı? Bunun Yasin [Suresi] de üzerinde basa basa durur “Lekad hakkal kavlu ala ekserihim fe hum la yu’minun. (Yasin, 7)” diye. Onlara gerçek hakikat söylendi! Ne zaman söylendi? Cennetten buraya ışınlanırken! Bize dendi ki “Şimdi arza iniyorsunuz. Bir imtihan sahnesine gidiyorsunuz. Sakın ola ki gerçekleri saptırmayın, sakın ola ki Cenabıhakk’ın varlığından ve emirlerinden hulfetmeyin (sapmayın)!”
Amentü “Meleklere imanı” başa almıştır.
İşte bize cennette bu emirleri (Allah’ın bu emirlerini) nakledenler kimdi biliyorsunuz değil mi, melekler! İşte Allah bize Amentümüzde “Sana inandım Allah’ım” dedikten sonra bize bir hatırlatma yapıyor! Siz bu arza intikal ederken size cennetin kapısında (meleklerine) söyledi “Allah’a kulluk edin, Resulullah’ı ve onun sırrını taşıyan (tabii İslamiyet’ten evvelki dinler için söylüyorum) diğer peygamberleri tanıyın itaat edin” dedi. Bunu kim söyledi? Melekler söyledi. İşte Cenabıhak bize cennetten arza ışınlandığımızı hatırlatması için Amentünün ikinci maddesi ile özellikle “Meleklere imanı” başa almıştır.
Halbuki hatıra gelebilir ki “Amentünün içerisinde zaten kitaplara inanmak bir madde olarak geçtiğine göre melekler de bu kitaplarda yazılı bir parçadır… Meleklere imanın ayrıca zikrine bile lüzum yok”muş gibi gelebilir ama fevkalade önemlidir!
Allah meleklere imanda sıcaklık istiyor!
Sevgili dinleyicilerim, bunu hiç unutmayın! Allah meleklere imanda bizden çok dürüst bir sıcaklık istiyor. Neden? Çünkü meleklere iman ederek üç ana noktada kendimize geliyoruz, bu bir dirilik şifresidir.
“Meleklere iman etmek” nedir?
- Bunlardan bir tanesi cennetten buraya ışınlanışımızı hatırlayacağız. Bize melekler (görülmeyen o latif varlıklar) aman yeryüzünde şaşırmayın aman sapmayın aman yanılgıya düşmeyin, Allah’a inanın Allah’ın Resulüne itaat edin. O sizi doğru yola götürecek, diye melekler bize “kavl” verdi “Lekad hakkal kavlu ala ekserihim fe hum la yu’minun.” diye. Yasin’de hep zikrettiğimiz, zaten hakikat bize bildirilmişti işte bu meleklere imanın birinci sırrı!
- İkinci sırrı “Meleklere iman ederek” biz kendimizin de maddeden ibaret olmadığını, bir ruhumuzun olduğunu hatırlayacağız çünkü ruhumuzu varsaymadıkça insan olduğumuzu anlamayız. İnsanın maddesindeki birtakım kavram kargaşalarına bakarak, biyolojik birtakım sapmalara bakarak insanı maddeden ibaret sayarsanız… Hatta hatta (bugün modern şaşkınlıkta çok ileride de) bu maddeyi ruhu imal eden bir fabrika sayarsanız, işte bunları engeller, Meleklere iman. Allah diyor ki “bir görünen alem vardır bir de göremediğiniz varlıklar, canlılar vardır!” Çünkü sizin göz potansiyeliniz, gözünüzün yapısı biyolojik dengeleri, biyolojik fizik dengeleri… Bunları görmeye müsait değildir ancak bunlar vardır, konuşurlar. Siz de duyarsınız hatta onu hissedersiniz. Melekleri (biz) nasıl hissedeceğiz? İnşallah Cennette rastladığımız zaman melekleri gözle bir fotoğraf gibi klişelerini almayacağız, ne yapacağız? Ne yapacağız, cennette onları hissedeceğiz.
***
Meleklere imanın önemini üç nokta da toplamıştık. Bunlardan bir tanesi meleklere iman bir tarz manaya imandır, yani görülmeze imandır. İkincisi meleklere iman bizim cennetten arza ışınlanırken kapıda meleklerin bize “aman şaşırmayın, aşağıda imanınızı onun eminlerine karşı saygınızı kaybetmeyin” diye tembihlerine karşı onları hatırlamamız. Bir an bizim cennetten çıkış işlemimizi hatırlamamız demektir, ki bu insanlık açısından, insanın manevi hafızası açısından fevkalade önemlidir… Onun için meleklere imanda zaaf olması mümkün değildir! “Acaba var mı ki yok mu filan” dedi mi hiç, gitti! Amentüyü katletti! Dolayısıyla kendisi de manen katloldu demektir.
- Meleklere imanın üçüncü sırrı, meleklerin ruhla olan yakınlıklarıdır.
Ruha en yakın varlık
Şimdi Cenabıhakk’ın yarattığı varlıkları bir dizi halinde bir sayfalar halinde bir eserin yine (Allah’ın kendi tanımıyla) bir kitabın sayfaları halinde benzetmeye tabi tutarsak… Ruha en yakın sayfa melek sayfasıdır. Onun için ruhun yaratılan mahluklar içerisinde en çok ilgi kurabildiği, dolayısıyla senkron olduğu, zevk aldığı âlem “melekler âlemidir.” Bundan dolayı “Meleklere iman”, meleklere karşı duyduğumuz bu imanın zamanla gönlümüzde sıcaklığa kavuşması, ruhumuz bakımından çok şenlendirici bir olaydır.
Beden kafesine hapsolmuş nefsin lüzumsuz karanlık perdeleri arkasında sıkılmış olan ruhun, meleklere karşı olan imanda (bizim meleklere karşı yakın olmamız dolayısıyla) meleklerin bize yakın olmasını sağlar ki, böyle bir vaziyette insan ruhunun aldığı zevki, insan ruhunun duyduğu huşuyu bir düşünseniz… Yani neredeyse meleklerle beraber zikre katılırsınız! Çünkü melekler işitmişsinizdir büyüklerinizden, atalarınızdan, din büyüklerinden… “Hakiki olan bir namazın özellikle hakiki bir cemaatin kıldığı namazın tabii üyeleridir”. Yani melekler arz üzerinde intikaller gerçekleştirirken beklerler ki hakiki bir cemaat namazı yahut hakiki bir mümin veya müminenin namazı olsun da biz de ona iştirak edelim. Niçin iştirak ediyorlar? İşte o ruhsal yakınlıklar dolayısıyla. İnsan ruhuyla akrabalıkları dolayısıyla ancak burada bir hem meleklerin özünü daha iyi anlatmış olabilmek için hem de bir gerçeği bildirmek için söylemek istiyorum;
Bütün varlıklar evrende çeşitli kevn1 sırlarından yaratılmıştır. Yani çeşitli ilahi malzemelerden yaratılmıştır ki biliyorsunuz insanın bedeni topraktan yaratılmış… (Çünkü ayet bunu net olarak bildiriyor) Cinler bu arada şeytan (cinlerin bir cinsi olan şeytan) ışından yaratılmıştır. Yani “alevin özünden yaratılma” demek biliyorsunuz, enerjiden, ışından yaratılmış demektir… Şimdi melekler hem insanın beden yapısının üzerinde hem cinin titreşim ve alev yapısının üzerindedir. Yani meleklerin yapısal özelliği bir enerji gibi titreşim değildir! Halbuki cinlerin ve dolayısıyla şeytanın yapısı enerji gibi bir titreşimdir ve bir kapalı devre enerji sistemidir. Nasıl ki insanoğlu parçacıklardan, atomlardan kurulu bir kapalı devre ise, bir sistemse, cinler de (şeytan da dahil olmak üzere) bunun içerisine kapalı devre bir enerji sisteminden kuruludur. Ama melekler bu enerji ve parçacık cinsinden değildir! Dolayısıyla bunların alemlerine uymaz. Nitekim yüce kitabımız meleklerin bu özelliğini anlatmak için iki ayrı ayette “meleklerin zamanla olan ilgilerini anlatmıştır”. Bir tanesi meleklerin zamana intikalleri bizim 50.000 yılımız onların indinde bir gündür (Mearic, 4) diye ifade etmiştir ki, bu meleklerin yapısının ışınsal ve maddesel olmadığının bir delilidir.
Yani melekler ayrı bir evren unsurundan, Cenabıhak tarafından halk edilmiştir ki buna yine mana lisanında “Alem-i latif”ten halk olma Alem-i latifte halk olma… Yani yoğunluğu olmayan, intikalinde sorun olmayan, bir anlamda da eceli olmayan birtakım varlıklardır. Yani meleklerde (bir) devamlılık vardır. Gerek cinler gerekse insanın beden kısmı bir ecele tabidir, (bir) ömre tabidir. Halbuki meleklerde böyle bir sorun yoktur. Cenabıhakk’ın inkıta2 yani kesmesi hariç meleklerin varlıkları devamlı, süreklidir. Çünkü ilahi zikirle yükümlüdürler. Her an ilahi zikir… Onların ilahi zikirleri de bizim bildiğimiz tarzda ilahi zikirler değildir! Yani onlar zikrederken bizler gibi “Allah Hay!” yahut “Ya Raman!” diyerek, bu kelimede bırakmazlar zikirlerini. Onu bir nevi yaşarlar. Yani bir melek zikir yaptıkça “Latif, Ya Latif…” diye zikrettiği zaman o letafeti sonsuza kadar… Allah’ın letafetini yaşar. “Ya Rahman!” dediği zaman sonsuza kadar Allah’ın rahman sırrını seyreder hem kudretini hem merhametini…
Binaenaleyh meleklerin bu görevi dolayısıyla bir uzun süre, ölümsüzlükleri vardır ve cennette de inşallah onların türlerini, güzelliklerini seyredeceğiz ama unutmayalım ki bu seyir fotoğraf seyri gibi değildir! Duygusal bir seyirdir, sıcak bir seyirdir. Hem (oturulup) sanki yan yana oturup da sohbet ediyor gibi bir seyirdir hem de fizik olarak bir çerçeve çizmeme seyredir. Meleklerin bu hususiyetlerini yine Yüce Kitabımız insan ruhuyla yakınlıkları açısından bize hem Kur’an’ın inzalinde Hazreti Cebrail’in rolü dolayısıyla hem de çeşitli vesilelerle göstermiştir.
Meleklere iman insana insanlığını tarif ediyor
(İnsan ruhuna) Yaratılış sistemi içerisinde insan ruhuna en yakın malzeme melek malzemesidir. Yani Alem-i Latif’in malzemesi insan ruhuna çok yakındır ama insan ruhu bu latif malzemenin de üzerinde. Eğer tabiri caizse (çok moda olan kelimelerle) süper latif bir malzemeden yapılmıştır ki buna “Emr Alemi” diyoruz. Demek ki bize Amentüde (biz güya Amentüyü bugün bitirecektik ama daha ikinci maddesini aşamadık) meleklere imanı, Allah’ın kendine imandan sonra hemen Amentünün gündemine getirmesi, satırlarının arasına getirmesinin hikmeti insana insanlığını tarif ediyor.
Yani “Sen nesin? Evvela bunu öğren!” demektir. Meleklere iman eden insan, insanlığını öğren… Eğer bir insan melekler konusunda şüpheye düşmüşse insanlığından haberdar değildir! Çünkü eğer insan ruhu tamamen beden içerisine hapsolmuş, kasvetler içerisinde bunalmamışsa, canlılığını sürdürüyorsa (ki insan ruhunun manevi kanını kalbin iman cereyanı pompalar) o insan mutlaka ruhsal bir titreşim, ruhsal bir yakınlık, ruhsal bir arzu olarak mutlaka melekleri hisseder. Meleklerin varlığını değil inanmak her an hisseder! Yani bir insan mutlaka meleği hissetmelidir. Eğer bir insan meleği hissedemiyorsa ruhu ciddi olarak nefs baskısı altındadır.
İşte Cenabıhakk’ın Amentüde “Meleklere imanı” en başa getirip kendine imandan sonra ikinci sıraya koymasının sebebi, insana insanlığını öğreten faktördür. “Meleklere iman” insan ruhunun canlılığının simgesidir. İnsanın topraktan ötedeki ilahi cereyan sırrının simgesidir. Onun için meleklere iman fevkalade önemlidir ve namaz kıldığınız zaman bir şeyi hatırlamanızda fayda var… Bunu insan ruhu bakımından çok iyi tanımak lazım. Eğer namazı kılarken (biz) kendimizin bir an için Cenabıhakk’ın huzurunda olduğunu unutarak, birtakım dalgınlıklar, birtakım (kıyafet dahil olmak üzere) yanlışlıklar yapmışsak meleklere iman bunları da frenler. Çünkü bir mümin meleklere gerçekten iman ediyorsa “Acaba ola mı ki, namazda bana katılır mı ki melekler?” diye çok dikkatli kılar namazını.
İnşallah ilerideki sohbetlerimde anlatacağım! Hakikat namazı dediğimiz namaz çok üstün bir namazdır. Bu namazı bulmak çok zordur ama normal olarak kıldığımız taklit namazda dahi bizim yanımıza melekler gelebilir yahut da gelsinler arzulusuyla namazımızı dikkatli kılarsak, fevkalade hayır vardır bunda.
İşte meleklere imanın bir önemli sırrı da budur.
Kitaplar ve diğer Resullere iman niçin geçiyor?
Şimdi bundan sonraki bölümünde Amentünün Kitaplara ve Resullere iman vardır dikkat ederseniz. Amentüde aslında Kelime-i Şehadetle bağlandığına göre, diğer Kitaplar ve diğer Resullere iman niçin geçiyor?
Bu da üzerinde durulması lazım gelen bir şeydir. “Madem ki Allah’a inandım, meleklere inandım… Kur’an’a ve Resulullah’a inanmam lazımdı”… gibi gelir ama çağımızda fevkalade önemlidir bu!
Bakınız, çünkü insanlar eğer yalnız İslamiyet olarak, Cenabıhak baştan itibaren yani Adem’den sonra hemen İslamiyet’i lütfetmiş olsaydı, Efendimizi yeryüzüne göndermiş olsaydı… Bugünkü insanların kafalarında envaiçeşit uzay masallarından tutunuz da buna benzer, benzemez kendi kendine telkin gibi bir sürü safsatalar yer alacaktı!
Cenabıhak Kitaplara ve Resullere iman etmeyi bize emretmekle çok önemli bir hatırlatma yapıyor. “Ben Allah’ım! Çeşitli zamanlarda çeşitli kitaplar gönderdim çeşitli peygamberler gönderdim.” Dikkat ederseniz bunların membaı hep aynıdır. Bu kitapların da membaı aynıdır. Bunların çokluğu ve farklılığı Allah tarafından gelişinin ayrı bir delilidir. Siz sakın sakın sanmayınız ki Müslüman olduğunuz için, iman ettiğiniz için ayrı bir tarlanın çiçeği değilsiniz ama bakın, dikkat edin… Çağımızda ne yazık ki birtakım şaşkın ateist ve hatta Kiliseye bağlı milletler, siyasetler İslam’ı tecrit etmek istiyor! İşte Amentümüzdeki Kitaplara ve Resullere iman aslında bunlara çok büyük bir derstir ama biz bunları güzel anlatamadık. Yoksa biz bütün evrenin dinlerini bütün evrenin peygamberlerini varsayarak, biz bu sistemin tamamlayıcısıyız bu sistemin baş noktasıyız, kubbesiyiz.
İçerik no: 5601
Kaynak: Dr. Haluk Nurbaki, Radyo Sohbetleri
Dipnot